Sonunda ABD’yi bile kasıp kavuran saldırgan protestoları hayretle izledik. Ne yazık ki, yaşayarak deneyimlediğimiz olaylar. O coğrafyada olmaz sandığımız için hayret ettik diyelim. Ama hayret etmemiz gereken asıl konu insanın her yerde aynı, sorunların küresel olduğunu unutmamızmış. ABD sokakları “Kral Çıplak” diye inlerken kapsayıcı olmayan devletler, hükümetler, şirketler, topluluklar ve aileler bu gerçekten ne kadar ders çıkarmış olabilir, onu da yaşayarak mı göreceğiz, herhalde!
Diğer yandan “birey”in rolünün genişlediğini görüyorum, vatandaşlık tanımının kafamızdaki kalıpları yıktığını göreceğimize inanıyorum. Kapsayıcı olmayan coğrafyanın geleceğine bel bağlanamayacağını görebiliyorum, Türkiye’den umudumu canlı tutuyorum. Bir somut örnekle düşüncemi paylaşmama izin verir misiniz?
Vicdanları harekete geçiren bir milli sporcuyla tanıştırmak isterim sizleri: Doğukan Çınar. Dokunmasa kaybolacak gençler için vicdan topluyor. Adı olmayan gençlerden kahraman, yeri yurdu olmayan gençlerden sporcu yaratıyor. Daha kendisi de çok genç, çoğumuza göre çocuk.
Keşke Doğukan kadar cesur olsak… Kariyerini bırakıp kendini başkalarına vakfetmek bir cesaret, gönül, yürek işi… Doğukan çalışmalarıyla benim yüreğimde de ayrı bir yere sahip oldu.
Altını çizerek ifade etmek istiyorum, bu röportajın alt anlamı yok. Para pul istemiyor, yalnızca gönüllü emek ve vicdan istiyor.
Doğukan Çınar boksör olarak profesyonel spor hayatına girmiş, kick boks sporcusu… Hayatını, gençlere ve çocuklara adadığı yer sizin arka mahalle olabilir ya da iki üç sokak ötede. İçerenköy, Fındıklı! Bakıp da görmediğimiz İstanbul’un göbeğinde. Doğukan sokağın yutmak üzere olduğu gençleri spora ikna ediyor.
Dedim ya kendisi çocuk. Gerçekten çocuk. Videoyu izlerken döktüğü teri, yaşadığı heyecanı göreceksiniz. Davetimi ikiletmeden kabul etti… Bu yayını geciktirdiğim için çok üzgünüm, Corona vurdu. O da kapama kararı gelmeden salonu tedbir amaçlı kapatmış. Çalıştırdığı çocuklar 20 yaş altı olduğu için sokağa çıkamadı. Ama ne gam, insan istemeye görsün, kim tutar… Zoom uygulamasıyla eğitimlere devam etmişler. İşaret dili, yabancı dil dersleri olmuş. Bir de bol bol satranç!
Doğukan Çınar’a internetten ulaşabilir, çalışmalarını izleyebilirsiniz.
Öylesine naif ki, Doğukan… “Yolculuk nereden nereye” diye hikayesini sormakla başlayayım dedim; “İçerenköy, Fındıklı’dan…” dedi. Ve onun ritmiyle başladık;
Yaprak Özer: İstanbul’un göbeğinde, şanssız mahalle galiba değil mi?
Doğukan Çınar: Şanssız bir mahalle… nüfusun da kalabalık oluşu nedeniyle, insanların, o kalabalığın içinde çocuklara zaman ayıramadığı çevrelerden biri… Geçim derdi, hayat temposu…
Yaprak Özer: Geçim derdi olduğuna göre klasik eğitim sorunu mu?
Doğukan Çınar: Eğitim çok düşük… Benim zamanımda 60 kişilik sınıflarda okumuştuk. O sınıflardan bir üniversite öğrencisinin çıkması çok zordu. Çıkanlar gerçekten tek tük oluyordu, diğerleri kendilerini kaybediyorlardı.
Yaprak Özer: Anadolu’da herhangi bir yere gitmeye gerek yok, İstanbul’un göbeğinde küçük bir yerden bahsediyoruz. “Vicdan”ın tanımı ne…
Doğukan Çınar: Evet. Benim gördüğüm, çocuklar ailelerinden de okuldaki öğretmenlerinden de yeterince ilgi göremiyorlar. Bu çocuklar ilgisiz kaldıkları zaman ilgi görebildikleri ve kendileri olabildikleri ortamlara gidebiliyorlar.
Parklara gidiyorlar. Parkta kalabalık gruplar olunca, istedikleri gibi hareket etme özgürlüğü görüyorlar ve bu da tabii ki, kurallara uymama özgürlüğü kazandırıyor bu sefer de suça meyilli olabiliyorlar.
Yaprak Özer: Biraz daha açık konuşursak bazı suç örgütlerinin ellerine düşüyor, madde bağımlısı olabiliyorlar herhalde.
Doğukan Çınar: Evet. Ki, o çevrede uyuşturucu kullanımından hayatını kaybetmiş birçok genç var… Bu sene de oldu, geçen sene de. Sürekli kulağımıza geliyor. Haberlerde yansıtılmıyor; oraya kadar gitmiyor çünkü. Eminim ki, birçok mahallede haber alamadığımız ne kayıplar oluyor…
Yaprak Özer: Peki, kaç yaşında çocuklardan söz ediyoruz?
Doğukan Çınar: Bizim salonumuza gelen çocukların yaş ortalaması 10-15 arası… Daha büyük gençler de geliyor. Onlar yarışmalara katılıyorlar; yetiştirdiğimiz spor branşlarında…
Yaprak Özer: “Salon” dedin ama salona gelene kadar… bu işin bir hikayesi var. Salona çabuk kavuşamamışlar. Doğukan ne yaptın nasıl yaptın? Sen öğretmen bir annenin evladısın, onun etkisi oldu mu?
Doğukan Çınar: Evet. Kesinlikle. Annem beni küçük yaşımdan itibaren, spora yönlendirdi. İlk olarak, yüzmeyle başladım. Yüzmenin önemli olduğunu söyledi. 99 senesinde annemin tayini nedeniyle yurt dışına, Almanya’ya taşındık. Türk öğrencilere Türkçelerini unutmasınlar diye ana dili eğitimi verdi… Orada yaşadığımız 5 sene içinde tüm imkanlardan yararlandık. Yüzmeye devam ettim, futbola, hentbola gittim, satrancımı devam ettirdim… Satrançla gerçekten çok ilgiliydim. Yerel basına da çıkmıştım satranç konusunda. Tekvandoya da gittim bir süre. Birçok branşta, trambolin, tırmanış, gezi… ücretsiz yararlandım. Belediyelerin, devletin verdiği imkanları kullandım. 2004’te Fındıklı mahallesine taşındık. Biraz daha nezih olan İçerenköy mahallesindeki bir okula gittim. İki çevreden de çocukluğumdan beri arkadaşlarım oldu. Almanya’dan buraya gelince, ilkokulda öğretmenlerimizin bize karşı tavırlarının farkını gördüm. Yurt dışında çok farklıydı, burada çok farklıydı. Ufak şeylere çok takılıyordu öğretmenler. Örnek veriyorum: Bir kızcağız ufak bir plastik yüzük takmış, sınıfta herkesin önünde onu azarlama… Ya da çocuğun biraz saçı uzamış… Burada çocuklar, rencide edilerek terbiye edilmeye çalışılıyor. O rencide olan çocuklar, özgüvenleri kırıldığı için, hayatta bir yer tutamadılar. Sonra kaçış noktası aradılar. Bir kısmı kayboldu gerçekten.
Yaprak Özer: Peki, sen nerede devreye girdin? Sen de öğrenciydin o sıralarda…
Doğukan Çınar: Ben daha ilkokula giderken, sevilen bir çocuktum arkadaş çevremde. Bir de hep arkadaşlarımı öğretmenlere karşı savunuyordum. O nedenle daha da çok seviyorlardı beni. Bu, yurt dışından gelmemle alakalı olabilir. Çünkü kendimi ezdirmemek için, bazı haklarımı biliyordum. O dönemde okul temsilcisi ve okul meclis başkanıydım. O zaman da arkadaşlarımı koruyup kollamayı sevdiğim için, bir fırsat geçti elime. “Boksa gitmek ister misin?” dendi. Ben de “Boksu, dövüşmeyi bilirsem, arkadaşlarımı daha iyi kollarım” diye spora yöneldim. Antrenörüm çok ilgi gösteren bir eğitmendi. Baktım ki, spor gerçekten çok iyi, iyi yerlere de ulaşılabilir. Dedim ki, sporcu olarak devam edeyim. 2007 senesinde Fenerbahçe’de boksa başladım. Ve orada boks kariyerimi devam ettirdim.
Yaprak Özer: Ve milli oldun…
Doğukan Çınar: Evet. Doğal olarak o mahalledeki arkadaş ortamından gittikçe uzaklaştım. Yıllar sonra dönüp baktığımda, ortamda takılmaya, zaman geçirmeye devam eden arkadaşlarımın birçoğunun, kendini harcadığını gördüm. Ama ben spor konusunda birçok arkadaş edinmiştim. Çünkü spor birçok kişiyle tanışmaya vesile olabiliyor. Sporun böyle güzel bir yanı var.
Yaprak Özer: Kaç kez milli maç yaptın? Bir fikir verebilir misin?
Doğukan Çınar: Ülkemi 5 kez temsil etme fırsatım oldu. Bireysel maçlar da uluslararası maçlar da oldu, birinciliğim de oldu, derecem de oldu. Tek maçlar da oluyordu; kazanan, kaybeden şeklinde. Birkaç kez yurt dışına çıktım ve yurt içinde de oynadım…
Yaprak Özer: Başarılı bir spor kariyerin var. Boks… kick boks hangisi?
Doğukan Çınar: Bir süre sonra öyle oldu. “Bir tekme eklersin, maçlara katılırsın” dediler. “İyi, bir deneyeyim” dedim.
Yaprak Özer: Kendi çalışmalarına ara mı verdin?
Doğukan Çınar: Aktif sporculuğum döneminde, bu mahalleye taşındım tekrar. Oralardan uzaklaşalım diye, Erenköy tarafına taşınmıştık ailemle birlikte ve yıllar sonra geri dönünce hem çocukluk arkadaşlarımı gördüm hem küçüklüğünü bildiğim çocukları ve kendilerini nasıl harcadıklarını gördüm. Sporun altında bir anlam aramamız gerekiyor. Bencil bir sporcu olursak, spor anlamını yitirir. Madalyalar takmak ve rahat rahat gezmek için spor yapılmıyor … Ben hep onu savunurum çok kaslı olabilir birisi, bir teyzenin-amcanın poşetlerini taşımıyorsa, kaslarının bir anlamı yoktur. Onun için, o çevredeki ihtiyaçları gördüm. İlk olarak, bir engelli kardeşimize fizik tedavi konusunda yardımcı oldum. Çocuk yatalaktı, birkaç ay ilgi gösterdim, ayağa kaldırdık, baston yardımıyla yürür hâle geldi. Sonra paralimpik okçuluğa başlattık. Yoğun bir antrenman tempom vardı; geçimim için özel ders de veriyordum. Dedim ki, “Şu köşe başında oturan gençlere de bir el atmak lazım.”
Yaprak Özer: Kaç kişiye el attın, nasıl başladı yani?
Doğukan Çınar: İlk olarak, birkaç kişiyle konuştum. Onlara “Kendinizi kullandırtmayın” dedim. Çocukların potansiyellerini gördüm. Cidden iyi bir eğitim verebilecek bir ailede doğduğu zaman çocuk, iyi yerlere geliyor; doktor, avukat, mühendis oluyor. Ve aynı potansiyeldeki bir çocuk, şanssız bir yere gittiği zaman, örneğin babası suçluysa ya da ihmal ediyorsa onu, kötü çevrelere gidebiliyor.
Yaprak Özer: Peki ne yaptın? Yani ders mi vermeye başladın?
Doğukan Çınar: İlk başta, “Biraz sohbet edelim” dedim. Ve “Ufkunuz geniş olsun. Gezin, tozun. Hayat sadece bu dere kenarından ibaret değil” dedim. Çocuklarla biraz zaman geçirdim. Devamında da onlara spor öğretmeyi teklif ettim. Birçoğu “Hep hayalimizdi” dedi. Çünkü dövüş sporuna çok ilgi var bizim ülkemizde. En yakın parkı seçtik. O da karşı mahalledeydi, bizim mahallemizde park yoktu. Her gün çocuklara spor eğitimi verdim. Çocuklar gelişti yarışmacı kıvamına yaklaştılar. Arkadaşlarını davet ettiler. Sayıları çok arttı ve “Takım kuralım” dedik. Takım isim olarak da “Vicdan Takımı”nı seçtik. Bizi birleştiren en iyi isim. Hepimiz ayrı yörelerin insanlarıyız. Farklı kültür ve çevreden geliyoruz. Bizi birleştiren “vicdan” her yöreden insan var. Katılmanın şartı ‘vicdanlı olmak’ olsun dedik.
Yaprak Özer: Çocukların arasından sıyrılan oldu mu?
Doğukan Çınar: Kötü alışkanlıklardan sıyrılan çok az oldu… Sigarayı bırakanlar oldu vs. Ama diğer işlerle uğraşanlardan sıyrılan bir iki kişidir. Aslında hedefimiz ve takımın ağırlığını oluşturan çocuklar, henüz hiçbir kötü alışkanlığa meyletmeden, ilgilerini spora, sanata yönlendirenler.
Yaprak Özer: Aralarından başarılı sporcu çıktı mı?
Doğukan Çınar: Çıktı. Geçen sene bir kızımız, bir de delikanlı, Türkiye’yi temsil etti uluslararası bir yarışmada…
Yaprak Özer: Kız-erkek karışık, karma bir grup.
Doğukan Çınar: Evet.
Yaprak Özer: Tebrik ediyorum. Madalyaya koşan çocuklar var mı? Kulüplere girebiliyorlar mı?
Doğukan Çınar: Çocukların arasında başarılı olanları, ilk başta Fenerbahçe’ye yönlendirdim. Fenerbahçe’nin ilgisini çekti; ben de zamanında oradan çıktığım için… Transfer aldılar. Bizim yarışmalara katılırken lisanslarımız ferdi olarak çıkıyor, kulüpsüz parkta çalışıyoruz. Fenerbahçe’nin bünyesine kattım birçok çocuğu.
Yaprak Özer: Ve kendi maçlarını bıraktın.
Doğukan Çınar: Evet. Biz, üç seneye yakın parkta çalıştık. Üçüncü kışımız geldi, ne yazık ki, birçok antrenman iptal oluyordu. Çocuklar da boş kalıyordu. Boş bırakmamak lazım çocuklara meşgale vermek lazım. “Bu sene de antrenmanlar iptal olmasın. Çocuklar daha iyi çalışabilsin. Bir yer kiralayalım” dedik. Mahallenin girişinde bir depo boşa çıktı. Kiraladık.
Yaprak Özer: Paranız var mı?
Doğukan Çınar: Benim param yoktu o an… Daha sonradan alabileceğim ders ödemelerine güvenerek, mahallede tanındığım için, 15 gün süre istedim, anahtarı aldım. Ufak ufak toparlamaya başladık. Tuvaleti dahi yoktu; bir çukur vardı. Daha önceden depo olarak kullanıldığı için, pek önem vermemişler… Hiçbir yerden ödeme alamadım. Bir 15 gün daha istedim. Sonra toparlaya toparlaya cidden çok güzel bir salon haline getirdik.
Yaprak Özer: Yani cebinden veriyorsun?
Doğukan Çınar: Evet. Sadece ben değil. Arkadaşlarım da elini cebine attı. Onların arkadaşları da…
Yaprak Özer: İmece usulüyle mi?
Doğukan Çınar: Evet.
Yaprak Özer: Peki, şu anda bir salonunuz var. Başka?
Doğukan Çınar: Bir de benim oturduğum bahçeli bir yer. Orada çocuklarla bazı hayvanlarla ilgileniyoruz. Bulduğumuz yaralı hayvanlarla…
Yaprak Özer: Ha bir de böyle barınak vaziyetindesiniz.
Doğukan Çınar: Bir de piyanomuz var. Çok sevdiğim bir büyüğüm piyano hediye etti ve müzik öğretmeni arkadaşım çocuklara belirli aralıklarla müzik dersi veriyor. Bir baterimiz var. Sanat merkezi haline getirmek istiyoruz.
Yaprak Özer: Seninle yazıştığımızda, Anadolu’da maçlardaydınız ve şampiyon oldunuz… Neye ihtiyacınız var?
Doğukan Çınar: Şu anda salona 120 ila 150 çocuk girip çıkıyor. Burada birçok ders alıyorlar. Her şeye ihtiyacımız var. Gönüllü eğitmenler bulabilirsek, çok iyi olur. O çevrenin bir kültür sanat merkezi yok. Para konusunda biraz çekingenim. Gelen çocukların hayallerine ulaşabilmeleri için, ufak ufak destekler bile yeterli.
Yaprak Özer: Çocuklar spor yapıyorsa, yiyeceğe, içeceğe, spor alet edevatına ve her şeyden önce, gönüllü eğitmenlere ihtiyaç olmalı…
Doğukan Çınar: Evet. Farklı branşlarda eğitmen haftada bir gününü ayıracak ve çocukları geliştirecek… Bu, tiyatro olur… Tiyatro için gelen bir öğretmenimiz var zaten. Bir günlüğüne birini bulduk. Dansa biraz ağırlık vermek istiyoruz. Müzikle ilgili bir arkadaşımız da var. İşaret dili eğitimi görüyor çocuklar, kendilerini iyi ifade edebilecek kıvama geldiler. Gönüllü ya da ücreti karşılanabilecek öğretmenlerin gelmesi çok iyi olur. Çünkü sürdürülebilir olması çok önemli.
Söyleşimizi linkten izleyebilirsiniz.