Türkiye bu, başka ülkelere benzemez. Hem sever, hem döver. Öğretmenini döver, vergisini tabana yayar. Aynı haftaya iki güzel işi sığdırır. Bir başkadır benim memleketim. Havasından mı, suyundan mı akıl sır erdirmek mümkün değil.
İki Türkiye; sokakta ellerinde coplarıyla öğretmenleri püskürtmeye and içmiş polisler… Acımadan vuruyorlar, tartaklıyorlar. Üniversite rektörünü tutukluyoruz, ilk ve orta öğretim eğitmenlerini tekmeliyoruz. İşte biz eğitimden bu kadar anlıyoruz.
Diğer Türkiye, basın toplantısında; hükümet yerlisinin yabancısının beklediği vergi indirimi haberini patlatıyor. Sonunda açıklandı; 2006’dan geçerli olmak üzere kurumlar vergisi yüzde 30’dan yüzde 20’ye çekilecek, gelir vergisinde de 5 puanlık iyileştirme olacak. Tamam işte şimdi yatırımlar artacak. Herkes Türkiye’ye koşacak! İşte bu kadar… IMF’den bu adım üzerine kutlama mesajları geldi. Aferin’i hak etmiştik.
Haftanın iki önemli olayı, hiç ilgisi görünmeyen bir konuya yönlendirdi beni; Araştırma Geliştirme… Sevincinizi kursağınızda bırakmak istemem ama öğretmenin dövülüp hapse atıldığı bir ülkede vergiler inerken araştırma geliştirmeden söz etmenin sırası gelmiştir diye düşünüyorum.
Vergi indiriminin gerekçesi neydi… Vergilendiremediğimiz kesimleri kayıt altına almak, ağır yükün altında ezilen işdünyasını kayıtsız ekonomiye gitmek zorunda bırakmamak ve yatırımları teşvik etmek. Temelde bu. Vergi indiriminin bir miktar rahatlama yaratacağı kesin. Peki elinde biraz para kalan ne yapacak? Vergi kolaylığı getirerek yalnızca yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekme umudu taşımak ya da yerli işadamının elinde boşa çıkan parayı biraz daha yatırım yapsın diye beklemek hiç akıllanmamış olmak değil mi? Çünkü yukarıda saydığım klasik vergi indirme gerekçesinin altında aslında, kaliteyi artırmak, araştırma geliştirmeye pay ayırmak, refahı yükseltmek ve yaymak yatıyor. En önemlisi de doğru vergi sistemi demek adalet demektir.
Hatamız vergiye de öğretmenlere de yanlış yerden bakmak. Vergiye sıcak para girişini artırmak için el çırpıyoruz. Öğretmenlerimizden de korkuyoruz. Ve işte bunun için pek çoğumuz işimizi kör topal yapıyoruz, ürün ya da hizmetimizi üretip satmaktan başka bir gaye taşımıyoruz. Ayakta kalmanın tek koşulu “üret ve sat”. Ama denklem böyle işlemiyor artık. Ürünün de hizmetin de en iyisi, en gelişmişi satılıyor. Yaptıklarımızı ölçemiyoruz, araştırma ve geliştirmeyi başkaları yapsın diye umut ediyor, kopyalamak için sıramızı bekliyoruz, Fikirlere prim vermiyoruz. Biz öğretmenleri döversek, çocuklarımızı farklı düşünmeye kim itecek? Onları susturursak, çocuklarımızı araştırmaya kim yönlendirecek?
2006’ya girmeye hiçbir şey kalmadı. AB ülkeleri 2010 yılından itibaren GSMH’lerinin yüzde 3’ünü ARGE’ye ayıracaklar. Bunun için bizim de önümüzde 4 yılımız var demektir. Türkiye şu anda ARGE’ye GSMH’nin binde 6’sı ayrılıyor.
Türkiye’deki toplam ARGE harcamalarının yüzde 57,2’si üniversite, yüzde 32,3’ü özel sektör, yüzde 10,5’i kamu sektörü tarafından gerçekleşiyor. ABD, Japonya ve Avrupa ülkelerinde ise üniversite ile özel sektör arasındaki dağılım Türkiye’dekinin tam tersi. 70 milyon nüfuslu Türkiye’de özel sektörde tam zamanlı ARGE personelinin sayısı 3 bin 634. Topu topu 8 milyon nüfuslu İsveç’te ise 41 bin 636. İsveç’teki üniversite araştırmacılarının sayısı ile nüfusu bu ülkeden 9 kat fazla olan Türkiye’deki üniversite araştırmacılarının sayısı birbirine eşit; 13.500.
Türkiye’de 2010’a kadar öğretim üyesindeki açığımızın 20 bin olacağı tahmin edilmiş. Siz olsanız öğretmen olur musunuz? Dayak yiyeceksiniz, az kazanacaksınız… Bırakın başkasını, kendinizi eğitimeyeceksiniz, hakkınızı arayamayacaksınız, bu yüzden çocuklara hakkın nasıl arandığını öğretemeyecek suskun çocuklar yetiştireceksiniz, araştıramayacak, ezberleteceksiniz. Siz öğretmen olur muydunuz?
2010 hedefinin ülke GSMH’sinin yüzde 3’ünü araştırmaya ayırmak olduğundan söz ediliyor. Türkiye’de her bin kişiye düşen internet bağlantısı sayısı 4. Ülkelerin hedeflerini yazıya döktükleri belgeri vardır. Kalkınma Planları gibi… 2001-2005 yıllarını kapsayan 8’inci Kalkınma Planı şöyle diyor: “Amaç, bilgi toplumu olmak için bilimsel ve teknolojik gelişimi kullanarak uluslararası alanda rekabet gücünü arttırmak… Hedef, Gayri Safi Yerel Hasıla içinde ARGE Gayri Safi Yerel Harcama yüzdesini 1,5’a çıkarmak.”
Boş konuşmayalım, Ekim ayı itibariyle Türkiye’nin AB Altıncı Çerçeve Programı’ndaki performansımıza bakalım: Toplam uygulama 14 bin 674 proje. Bunun 2 bin 203’ü Türk ortak.
Kabul gören proje sayısı 260. Türk Araştırmacılarının başarı oranı yüzde 15.
“Cek cak” ve “meli malı”larla cümleleri bitirmeye bayılıyoruz. Nerede “cek cak ve meli malı” görsem tamam burada iş bitmiş derim. 2005 için koyduğumuz hedefleri yemişiz. 2006-2008 Orta Dönemli Programa bakayım dedim; “Amaç: bilim, teknoloji ve keşif kapasitesini artırmak ve bu kapasiteyi sosyo-ekonomik artı değere dönüştürmek.” Sorum var; nasıl yapacağız? Örneğin, yarın ne yapacaksınız, araştırma geliştirmeye ayrılan payı artırmak için nasıl bir eylem planımız var?
Tıs yok!