Yalan Yanlış “Dünyalar Savaşı”

Önce doğru bildiklerimizin yanlış olabileceğini öğrendik. Bir dizi medya araştırması ise yanlış denenlerin aslında doğru olabileceğini ya da yanlışların yüzde yüz yanlış olmadığını, doğruların içinde çokça yanlış bulunduğunu söylüyor. Yanlış ile yalan ayrımının zor olduğunu anımsatmadan geçemem. Yazı içinde ifadelerimin maksadını aşmaması için nitelemeyi, “yanlış” olarak geçirmeye özen gösterdim.

TEKNOPANİK

İnsanoğlu farkında değil ama bu bir lanet bence. Bilgiye, yanlış doğru mu, doğru yanlış mı diye temkinle yaklaşmak zorunda kalmanın olumsuz sonuçları saymakla bitmez. İnsanlıktan çıkarmaya yetiyor; biri teknopanik ve beraberinde gelen türlü psikolojik gariplik. Diğeri, vazgeçip doğruyu yanlışı aramaktan, okumaktan ve araştırmaktan, vasata teslim olmak… sonucunda da yüzdüğümüz sıradanlık.

Doğruyu yanlıştan ayırt edememek mide bulandıran bir durum… Ve ne yazık ki, aslında durum yeni değil.

DÜNYALAR SAVAŞI

Yaşanmış bir hikaye aktarmak istiyorum. Citizen Kane (1941) filmiyle hafızalarımıza kazınan Amerikalı yönetmen, aktör, senarist, yapımcı Orson Welles’in, henüz bu kadar meşhur olmadan, kariyer basamaklarını hızla çıktığı ilk dönemlerde geçiyor olay. Welles 30 Ekim 1938’de CBS radyoda “Dünyalar Savaşı” (War of the Worlds) adlı yayınını gerekleştirdikten sonra, dönem medyasına göre halk arasında kitlesel panik gözlenmiş. Öyle ki, insanlar sokaklara dökülmüş, sığınaklara koşmuş, polis istasyonlarından yardım talep etmiş, gaz maskeleri aramışlar. Welles, yaratıcı vizyonu ve cesur sinematografik teknikleri ile sinema dünyasında büyük iz bırakmış biri. Sözünü ettiğim dönem radyonun kamuoyuyla tanıştığı yıllar. Welles hem radyo hem de kendi kariyerini bu olayla deyim yerindeyse sıçratmış. Hollywood’a terfi etmesi böyle başlıyor, öyle deniyor…

MARSLILAR İSTİLA ETTİ

Olay şöyle gerçekleşiyor; H.G. Wells’in aynı adlı bilimkurgu romanının radyo uyarlaması “radyo tiyatrosu” formatında sunuluyor. Welles, o zamana kadar benzerine pek rastlanmayan bir teknik kullanıyor. Normal bir radyo yayını gibi başlıyor, ani “haber bülten”leriyle programı kesiyor, Marslıların New Jersey yakınlarında küçük bir kasabaya iniş yaptığını ve dünyayı işgal etmeye başladıklarını haber veriyor. Sahte röportajlar, sözde canlı muhabir bağlantıları ve destekleyici unsurlar katıyor. Yayının bir kurgu olduğu programın başında ifade edilse de dinleyenler dikkat etmiyor.

KURMACANIN BAŞARISI

Bugünün sosyal medyasından şikayetlerimizin ilk denemesini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz herhalde. Kurgu programdaki yalan haber yarattığı dalgayla tarihe geçti, bugün iletişim disiplininde örnek olarak kullanıyoruz.

Yıllar sonra yapılan araştırmalar, Welles’in yayınından sonra çıkan “panik” hikayelerinin kurmaca olduğunu gösterdi. Dönemin gazeteleri konuyu bolca köpürttü.  Radyo yayını, medya tarihinde kitle iletişiminin gücünün ve etkisinin sorgulanmasına neden oldu, “Dünyalar Savaşı” vakası, halkın medyaya olan güveniyle oynayan ilk örneklerden. Kitlesel bilgilendirmede etik sorumluluk tartışması başlattı.

BİR YANLIŞ KAÇ DOĞRUYU GÖTÜRÜYOR?

Dönelim bugüne. 2024. SAGE Journal, Social Media and Society Volume 9’da yayınlanan bir araştırmadan yanlış ve doğru sarmalına dair ilginç bir bulguyu dikkatinize sunmak istiyorum. Araştırmaya göre (2023) sosyal bilimciler büyük veri kullanımını incelediklerinde “yanlış bilgi içinde yüzdüğümüzü ifade eden bilgilerin yanlış olabileceğini” kanıtladıklarını söylüyorlar.

Sanırım şüpheci olmamız için her tür malzemenin bulunduğu bir ortamda yaşıyoruz.

NERELERDE YANILIYORUZ?

Öncelikle yanlış bilginin yaygınlığı ve dolaşımıyla ilgili yanılgı yaşıyoruz.

“Yanlışlar doğrulardan daha hızlı yayılır” iddiası da doğru değilmiş. “Science” dergisinde yayınlanan bir makale, yanlış bilgilerin doğrulardan daha hızlı yayıldığını iddia etmişti, çalışma yalnızca doğruluk kontrolörlerinin tartışmalı olarak nitelendirdiği haberleri incelemiş.

  • İnsanlar sanıldığı gibi internette gördükleri her şeye inanmıyor.
  • Etkileşim hacmi, inançla karıştırılabiliyor.
  • İnsanların bilgisiz olma ihtimali, yanlış bilgilendirilmiş olma ihtimalinden daha yüksek.
  • Yanlış bilginin insanların davranışları üzerindeki etkisi abartılıyor; çünkü çoğunlukla yanlış bilgi, zaten inanmaya meyilli olanlara ulaşıyor.
  • Bilimsel literatüre göre; sahte haberler, yanlış, aldatıcı veya düşük kaliteli içerik, insanların bilgi akışının çok küçük bir bölümünü oluşturuyor.
  • Çoğu insan sahte haberi ya da yanlış bilgiyi paylaşmıyor.
  • Genelde güvenilir olmayan haberler güvenilir olanlara göre daha az inandırıcı bulunuyor.
  • Sosyal medya yanlış bilginin tek kaynağı değil; geleneksel medya da yanlış bilginin yayılmasında önemli rol oynuyor.
  • Dijital medyanın yükselişiyle ortaya çıkan “teknopanik” kitle iletişim araçları, politika yapıcılar ve uzmanlar tarafından körükleniyor.
  • Sosyal medya, medya kullanıcıların genelini temsil etmiyor. Bu konu, televizyon ve radyo gibi geleneksel medyada yeterince incelenmiyor.
  • Televizyon, özellikle politikacılardan gelen yanlış bilgilerin yayılmasına katkıda bulunan bir platform.
  • Güvenilir olmayan web sitelerine yönelik trafik artsa da, güvenilir web sitelerine gelen trafik daha fazla.
  • İnternet yalnızca bilgi edinme amacıyla değil, çoğunlukla eğlence, alışveriş ve sosyalleşme amacıyla kullanılıyor.
  • İnsanlar, pasif bilgi alıcısı değil.

Araştımalar, kişilerin büyük oranda kendi inançlarına uygun yanlış bilgileri tükettiğini, yanlış inançların da her zaman davranışlara yansımadığını gösteriyor.

SONUÇ YORUMUM

Orson Welles’in kurmacasının bir tekrarına neden olmak istemem. Bir yazıyla ve bu yazıyla kitlesel bir infial yaratmayacağımın farkındayım. Welles’in pek de umursamadığı ya da deneysel yaklaştığı etik yaklaşımı tekrar edecek bir hoşgörü alanına 2024’te sahip olmadığımız yaşadığımız tüm olumsuzluklarla ortada.

O nedenle yukarıdaki bulgular bir araştırmanın ki, o da farklı bilimsel çalışmaları bir araya getirmiş, sonuçlarından çıkardığım bazı bilgiler. Bütünlüğünden koparılınca bu bulgular sanki “hiçbir endişeye gerek yok” diye bağırıyor. Öyle olduğunu iddia edemem. Hepsi farklı örneklem ve başlıklarda yapılan saha çalışmalarıyla desteklenmiş çalışmalar…

Sonuç olarak, yalan denizi  ya da yalan rüzgarı gibi yakıştırmaları hak eden bir alemde yaşadığımız doğru!…

Durum sanıldığı kadar kötü değil, demek de yanlış. Yalanla ilgili yalanlara da temkinli yaklaşmanızı, herşeye karşın yılmadan doğruları bulmanızı diliyorum.

Okur yazar olmak hiç bu kadar zor olmamıştı…

Paylaş