Mesai başlamadan işyerinde olmak… Ofisi mesai bittikten çok sonra terk etmek… Arkadaşları ve ailesi ile geçireceği zamandan feragat etmek… Kendinden başka hiç kimsenin yaptığı işe güvenmemek… Çok çalışmak ama yaptığı işten memnun olmamak…
Var mı sizde de bunlardan biri ya da ikisi? Cep telefonunuz emzik gibi mi? Öğle yemeklerine bir iş fırsatı diye muamele edip ruhunuzu yemek yerine fırsatla mı besliyorsunuz… Yoksa siz ofiste mi yiyorsunuz? Yerken bir yandan gözünüz o ana kadar okumadığınız gazetelerde, çalan telefona ağzınızda bir şey olmadan yakalanmak için hızla lokmayı indirip arada hava yuttuğunuz için kalp krizi geçirdiğinizi mi sanıyorsunuz? Mailleriniz sabahı bekleyemiyor değil mi? Tüm yapılacaklar listesini “derhal şimdi” bölümüne mi yazıyorsunuz?
Çevreniz sizi “ne kadar çalışkan” diye yere göğe sığdıramıyor olabilir ama siz aslında bir hastalık sayılan işkolik olabilirsiniz. Meğer çok çalışmak çalışkan olmak anlamına gelmiyormuş… “İşkolik” olmak, modern çağın hastalıklarından biri olarak tanımlanıyor. Doğrusu, ben buna bir hastalık demek ile dememek konusunda kendi içimde henüz bir bütünselliğe ulaşabilmiş değilim. Sıradan ya da popüler tanımlarına bakacak olursam, ben de işkolik sınıfına girebilirim. Ama bu bir tek beni değil, tüm yakın çevremi “hasta” yapar.
İşkoliklere endüstriyel toplumlarda rastlanıyormuş. Bir hastalık olarak görmekte zorlanmam ya da kendime ve çevreme yakıştıramamam bundan olsa gerek. Faturası bir hastalık da olsa kendi ülkemin endüstri toplumu olarak adlandırılmasını isterdim doğrusu. Hastalığın “anavatanı” Japonya. Her yıl pek çok can alıyor. Bizde de “yan gelip yatmak” can alıyor, biliyorsunuz. İşkoliklik denen hastalık Japonya’da yaygınlaşınca özel bir isme kavuştu: Karoshi. Unutursanız kroşe’den aklınıza gelsin. Bir sağ kroşe yediniz mi, güm! Karoshi kuvvetli bir kroşe gibi… “Karoshi” sözü ilk kez, 1982 yılında üç hekim tarafından yazılan aynı adlı kitapta dile getirildi. Kitapta, iş kaynaklı ölümlerin nedenleri olarak, uzun ve düzensiz çalışma saatleri ve vardiya düzeni gösteriliyordu.
Tam bu yazıyı yazarken ve insan nasıl olur da çok çalışmaktan ölümle burun buruna gelecek hallere düşer diye düşünürken gözüm televizyondaki canlı yayında, Lübnan’a asker gönderme konusunda tezkereyi onaylayacak olan sayın milletvekillerini izliyorum. Dedim ki kendi kendime; “Uzağa gitmene gerek yok. İşkolikler burnunun dibinde. Memleket sahipsiz kalacak. Bu insancıklar patır patır dökülecek. O ne çalışma, o ne azim, o ne enerji. Hepsi çalışmaktan Karoshi.”
Kimi kaykılarak oturmuş, kimi esniyor, sayın bakanların elinde telefonlar emzik, ne çok çalışıyorlar ne çok… Birbirleriyle konuşma halleri yok mu, samimiyetleri takdire değer. Belli ki memleket meselelerini tartışıyorlar. Öylesine dostane… Arkadan öndekine uzanmak, yandakine abanmak. Kolay mı omurganı şu ceylan derisi koltuklar üzerinde dik tutmak. Bir yanda göbeğin ağırlığı diğer yanda konunun hantallığı, benim bile mışıl mışıl uyuyasım geldi, ki zaten fiziki olarak orada bulunup ruhunu teslim etmişlerin sayısı azımsanacak gibi değildi. “Yan gel yat” diyor şeytan.
Klasik sorudur: Biz neden gelişmiş ülkeler seviyesine gelemiyoruz. Örneğin Japonya?… Yan gelip yatıyoruz da ondan. Senin bir tek Meclis’in böylesine çalışırsa, bu işte yanlışlık var demek. Neyse ki dengeyi sağlayacak formülü yarattılar. Bizim yan gelip yatan bir sürü işsiz gencimiz var. Çoğu okumuş yazmış çocuklar ama keyif bu ya çalışmıyorlar işte. Şimdi gidecekler Lübnan’a. Bunun gizli bir istihdam politikası olduğunu düşünüyorum. İşsizliğe kökten çözüm. Bizimkiler başkalarının topraklarını koruyacak, harıl harıl çalışacak: Karoshi olacaklar. Onların yan gelip yattıklarını düşünenlerimiz ne yazık ki var, ben de birçoklarınız gibi onları bir mayına bastığı için yan yana yatarken görmek değil, dimdik ayakta dururken ve bir iş’te çalışırken görmek istiyorum. Aynı meclisin, gençleri bir başka ülkenin topraklarını korumak üzere gönderirken yaptığı çalışmayı, işsiz ve umutsuz gençlerimizi bir iş sahibi yapabilmek için de göstermesini dilerdim.
“Alkolik” kelimesinden esinlenilerek türetilmiş “işkolik” kelimesi ilk olarak 1971’de Wayne Oats’un “Bir işkoliğin itirafları” adlı kitabında geçti. 1990’ların başında daha geniş çaplı bir kullanıma kavuştu. İşkolik olmak, obsesif kompulsif bozukluğa bağlı olarak ortaya çıkan bir hastalık olarak tanımlanıyor. İronik bir şekilde, her işkoliğin işini sevmek ya da işinde üst basamaklara tırmanmak gibi bir endişesi yok. Eğer bir kişi yaptığı işte yalnızca kendinin başarılı olabileceğini düşünüyorsa o kişinin işkolik olması yüksek olasılık. Tanım siyasilere ne kadar da uyuyor: “İşini sevmek zorunda değilsin ama her ne yapıyorsan, en iyisini sen bilir ve sen yaparsın!” İktidar başlı başına bir hastalık. Bir de karoshi olmak, sağdan kuvvetli kroşe almak gibi… Aman dikkat, yan gelip yatarsın!
Yan gel yat sözü Türk siyasi tarihine altın harflerle kazınmadı. Ne yenilir yutulur, ne de unutulur. Sözler herkesi olduğu gibi beni de sarstı. Merak ediyorum, koltukların rahatlığında, yatarcasına gömülüp “kabul” derken yan gelip yatmış tabutlara bakmak nasıl bir duygu.
Türkiye’de işkolik olmak gibi bir sorun olmaz, sakın endişe etmeyin. İşkoliklerin olduğu yerde derin bir mantıksızlık varmış gibi dursa da, onların zararı yalnızca kendisine. Çalışan adam başkalarını tehlikeye sokmaz.