Önce “Unforgiven”la (Affedilmeyen) gelen En İyi Film Oskar’ı… Sonra “Mystic River” (Gizemli Nehir)… Bu yıl da Million Dollar Baby… “Kirli Harry” karakterini ben hiçbir zaman sevmedim. Clint Eastwood’un yetenekli olup olmadığını düşünmek için bile kafamı yormuş değilim. Benim için elinde silah olan bir adam. Macera filmi yıldızı… Onun filmini düşünmeden seyredersin, erkekler daha çok sever onu. Az konuşur, uzağa bakar, vurup kırar, sert adam…
Ne ilginçtir ki, 70’inden sonra Oscar’a abone oldu. Acaba yaş 70 iş bitmiş diyenlere inat mı yapıyor. Bizim ülkemizde 35’in yolun yarısı ettiğini düşünecek olursanız, 70’e geldiğinizde artık ayağınızın çukurda olduğunu düşünmemek mümkün değil. Bitmiş, gitmiş, yitirilmiş. Buna karşı geliyorum. Ve öylesine karşı geliyorum ki, hiçbir filmine özel çaba harcayıp gitmediğim, ancak önüme hazır TV mönüsü olarak gelirse izlediğim bir adamı bugün sizlere aktarmaya karar vermiş bulunuyorum. Geçenlerde bir Clint Eastwood (74 ) röportajı okudum. Doğru dürüst filmini seyretmediğim adamın röportajı nedense ilgimi çekti. Film yapımcılığı, para, ünlü karakteri “Dirty Harry” üzerine konuşmuş… Birazdan bu röportajdan sizin için bazı pasajlar çekip çıkaracağım.
Neden mi? Çünkü arada bir magazin yapmak gerek. İçinizi istihdam sorunuyla kurutmuş bir kişi olarak “light mönü” sunabilirim herhalde. Şaşırdınız biliyorum…
Ama hepinizin bildiği gibi “light” olabilen her şeyi ağırlaştırmasını da bilirim. Haydi, daha fazla merakta kalmayın. Ben, bu “iş bitmiş” durumuna “acayip” karşıyım. İşte size bir insan kaynakları sorunu. Bu sorunun tam karşısında duran, fiziki yaşı genç ama kafa yaşı ölüme doğru olanları ne yapmalı acaba… Çevremde yaşı genç ama canlı cenaze vaziyetinde dolananları silkelemek kendilerine gelene kadar hop hop zıplatmak istiyorum. Sayıları o kadar çok ki…
Bu arada yaşı cetvele göre belli bir noktaya geldiği için emekliye ayrılmış insanların evlerine hapsedilmesine de karşıyım. Gazete ilanlarında 35 yaşın altında kalanlara iş olanağı sunulmuyor olmasına da… Belli bir yaşın üstündekilerin hayattan elini eteğini çekmesi gerektiğini düşünenlere içerliyorum. Daha aktif ve daha dinamik bir toplum olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazıyı yazmam için bir nedenim daha var ki, o da içerik. Uzun zamandır içerik konusuna farklı bir noktadan bakmaya çalışıyorum. Sizin de dikkatinizi çekmiş olabilir, yakın zamana kadar aktörler ve aktrisler ünlüydü. Film hasılatları onlardan sorulurdu. Kimse filmi kimin yaptığına bakmazdı, yapımcı yönetmen gibi kavramları bilmez, hakkını da vermezdik. Varsa yoksa başrol oyuncuları. Başrol oyuncuları hala duruyor, onlar yine popüler ancak bir grup insan daha fazla ön plana çıkar oldu. Senaristler, yönetmenler, yapımcılar, ışıkçılar, sesçiler, bilgisayar programcıları…
Aynı durum mutfak kültürüne de hakim olmaya başladı. Eskiden bildik tanıdık restoranlara, o restoranın adı için giderdik. Farkında mısınız bilmem şimdi restoranlar kadar oralarda yemek pişirenler moda. Gelip geçici popülarite diye düşünüyorsanız, hak vermemem elde değil, ama bu genç kuşak aşçılara bayılıyorum. Çünkü artık oraya buraya yemek yemeye gittiğimde orada görünmek için, falanca mekana adım atmak için değil, yemek yemek için gidiyorum. Başkalarının da bu yola girdiğini gördükçe seviniyorum.
Aslında ben size içerikten söz ediyorum! İçerik nedir, biz onu bugüne kadar hamallık olarak gördük. Mutfak işi olarak algıladık. Birileri pişirdi biz yedik, birileri yazdı biz oynadık. Ekranın önünde olmayı sevdik ama arkasına boş verdik.
Fark yaratmak /farklı olmak çok sık kullandığımız için anlamını yitirmeye başlayan kavramlardan. Anlamadan kullandığımız için ne olduğunu anlamadan gelip geçiyor modası. Bugüne kadar hep dışını boyamaya çalıştığımız şeylerde, artık boyayacak ve farklılaşacak bir yer bulamayınca ister istemez zor olan kısma yani kaliteli içerik üretimine doğru bir dönüş var. Bizim ülkemize de umarım bu esinti bir gün gelecek.
Aşağıda okuyacaklarınız benim versiyonum Clint Eastwood… Bir röportajın içinden size özel seçmece… Clint Eastwood’un çocukluğunda öğrenme güçlüğü çeken alay konusu olan “yavaş” biri olduğunu biliyor muydunuz? Ben bilmezdim… Doğrusu bu ya yukarıda anlamlandırmaya çalıştığım çerçeve dışında bu konuyu önemsemez, üzerinde bile durmazdım. Ama bugün ilgimi çekiyor. Birkaç açıdan ilginç; maraton koşucusu; sürdürülebilir ve sürekli; farklılığı dış görüntüsüyle değil, içeriğiyle yakalamaya ve hala yakalamaya çalışıyor. Kendisiyle dalga geçiyor, 70’i geçip peş peşe Oscar’ları cebe atmasını, “sonradan açılmasına” bağlıyor. Bakalım sizin de ilginizi çeker mi?
“Million Dolar Baby”ye nasıl rastladınız?
Sadece hikayeleri okudum. Yapımcı Al Ruddy bana dört yıl kadar önce, “Rope Burns” adlı bir kitap verdi ve kitabın yazarı olan F.X. Toole ile de görüştüğünü söyledi. Kitapta hepsi boks dünyasıyla ilgili hikayeler vardı ve işte “Million Dolar Baby” onlardan biriydi. Ben de bu hikayeyi çok sevdim. İşin kolay olacağını düşündüm çünkü ondan önceki filmim “Mystic River” (Gizemli Nehir) iyi iş yapmıştı. Böylece Warner Brothers’a gittim, bana, “Boks üzerine kurulu filmlerin şu sırada ticari başarısı olmuyor” dediler. İki üç yere daha başvurdum ve hepsinden reddedildim. Herkes malzemenin ilginç olduğunu ama ticari başarı getirmeyeceğini düşündü… Yapımcı firma, Lakeshore Entertainment’ın filmi finanse edecek parası yoktu. Biz görüşmeleri yürütürken, Warners arayıp filmi yüzde 50 finanse edebileceğini söyledi. (15 milyon dolar) Piyasada 15 milyonla pek bir şey yapamazsın. Lakeshore da diğer yarısını yabancı kaynaklardan bulabileceğini söyledi. Biz de çalışmaya başladık…
Clint Eastwood’un bu filmle birlikte kendi tutarlılığına büyük ölçüde zarar verdiği ve hayal kırıklığı yarattığı inancı var…
İşte ben buna gülerim. Radikal olmak öyle kolay ki.
Bütün filmleriniz ideolojik olmadan bir meseleyle uğraşan karakterler üzerine kurulu…
Ben hiçbir zaman, “Aman Tanrım, ben de felsefi olarak bu herifle aynı çizgideyim. Bu adam benim” diyerek film yapmadım. Aslında galiba, hiç de bana benzemeyen rollere eğilimim var. Mesela, “Dirty Harry”yi bir düşünün. Herkes onu pis ve serseri bir polis olarak gördü. Ama Harry, karısını yeni kaybetmiş üzgün bir polisti. Harry’yi neşeli ve sorunsuz bir polis yapsaydık, filmin duygusal derinliği olmazdı.
Harry örneğini vermeniz ilginç, çünkü o en ideolojik filminiz…
Çünkü Harry, tutuklunun avukat isteme hakkına saygı göstermiyor. Bu filmin bütünüyle yasalara karşı olduğunu ya da benim, tutuklu haklarına boşverdiğimi göstermez.
Hepimizin aslında açıklanamayan bir kader tarafından bir şekilde yönetildiğimizi düşünüyor musunuz?
Bazen, evet. Ben 15 yaşıma dönüp baktığımda, çok yavaş öğrenen bir çocuk olduğumu anımsıyorum. Bilim pek çok konuyu çözebiliyor. Ben çocukken bunlar yoktu, sadece anneme, “oğlunuz öğrenemiyor” denmesi üzücüydü. Benim tekerleklerim geç çalışmaya başladı, belki de 74’ümda hala bu yüzden çalışıyorlar.
Siz bir gecede ünlü olanlardan değilsiniz. Neden… Hatta nasıl…
Bir gecede ünlenmek bir sürü insanı da mahvetti. Orson Wells gibi. Bir anda parladı ama ya sonrası? İnsanlar bazen sizin, olduğunuz kişiden daha fazla bir şeyler olmanızı beklerler. Bu beklenti birçok insanı mahvetmiştir. Marlon Brando gibi birisine çok parlak ve özel olduğunu söylediler, hayatı kaydı. Hayatta ne olabilecekseniz onu zaten olursunuz. İşinizi yapın; insanları eğlendiriyorsanız, harika! Mesele, “My Way”i Frank Sinatra gibi söylemek için yırtınmamaktır.
En eski ünlülerden birisiniz. Düşmemeyi nasıl başardınız?
İşin sırrı yeniliklerle ilgilenmek ve sürekli ilerleme ilgisini kaybetmemekte yatıyor. Hep genişlemeye dönük olduğumu düşünüyorum. Öğrenmeye ve çalışmaya devam ettim. Elinize bir kil parçası alıp onu sürekli yoğurmak gibi bir şey. Siz yoğurdukça o da güzelleşir. Şimdi, 20, 30, 40, 50 yıl önce olduğumdan daha iyi bir insan olduğumu düşünmekten hoşlanıyorum. On dakikada elde ettiği ünle yola çıkan ve o ünün üzerine yatan oyunculara hep sinirlendim. Sadece çalışan insanlar başarılı olurlar.