İnsanlık tarihi her anıyla özel ama tarihin bazı dönemleri gerçek bir sınav. Sanırım bugün olduğu gibi.
Türkiye’de ekonomik, sosyal krizlerimiz birbirleriyle yarışıyor. Pek çok cephede aynı anda olumsuz koşullarla yüzleşmek tarihte ülkenin kurtuluşuyla anılırken bugün kendi imalatımız iç ve dış politika, ekonomi, sosyal, adalet, istihdam, salgın ve hastalık, psikolojik sorunlarla boğuşuyoruz…
Şartlar öylesine zorluyor ki, her 10 kişiden 4’ü kendini her gün stresli hissediyor. Her 3 kişiden birisi geleceğine dair kaygı taşıyor. Türkiye’de okuyan gençler “yurt dışına nasıl gidebilirim, nasıl iş bulurum” sorularına yanıt arıyor.
Türkiye genelinde işsizliğin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 86… Kendisi açısından baktığında, “…işsiz kalma riskimin arttığını düşünüyorum” diyenlerin oranı yüzde 81. Bu, her 5 kişiden 4’ü anlamına geliyor.
“Çok mutluyum” diyenlerin oranı yalnızca yüzde 6… Halkın yüzde 45’i “ne mutluyum ne mutsuzum” diyor. Her 2 kişiden birisi, bir şey hissetmeden yaşıyor.
Sıkı durun, beni yerimden zıplatan bir rakam paylaşacağım. Halkın yüzde 3’ü Korona’nın ne olduğuyla ilgili hala yetersiz bilgiye sahip. Yer yerinden yıkılsa umursamayan bir kesim var… Bilgiyi kulaktan dolma alanların oranı da şaşırtıcı: yüzde 30.
Çok ilginç bulduğum bir kamuoyu çalışması dizininin sonuçlarını derliyorum sizin için. Nedim Barut, NG Araştırma’nın Kurucusu ve Genel Müdürü. İki grup araştırma yürütüyorlar. Biri kurum ve iş dünyasına yönelik ticari olanlar, diğeri kamuoyu nabzını tutmak üzere genel bilgilendirme araştırmaları… Bu söyleşide bu ikinci grup araştırma üzerinden ilerleyeceğim… Bunların arasından da özellikle stres ile 4 araştırmanın birleşiminden oluşan Korona araştırması sonuçlarını cımbızlayacağım.
Barut, bilgisayar mühendisliğini takiben yurt dışında pazarlama eğitimi almış… Yurt içinde ve dışında tüketiciye doğrudan dokunan pek çok firmada çalışmış. Bu zengin deneyim onu araştırma sektöründe yolculuğa taşımış.
Yaprak Özer: Her 10 kişiden 4’ü stresli olduğunu beyan etmiş… Ne kadar stresliyiz?
Nedim Barut: Genel olarak stresliyiz. Zaten içinde bulunduğumuz durumlara baktığımızda kaçınılmaz oluyor. 10 kişiden 4’ü kendini her gün, gün içerisinde stresli hissediyor. Geri kalanlara baktığınızda da 10 kişiden 5’i zaman zaman kendini gün içinde stresli hissedebiliyor, bu sadece süreklilik arz etmiyor günün değişen dinamiklerine göre değişkenlik gösterebiliyor. Yani genele baktığınızda “ben stresli değilim” diyenlerin oranı 10 kişiden sadece 1 kişi… Genel tabloya baktığımızda Türkiye’de insanlar stresli bir hayat yaşıyorlar.
Stresle ilgili araştırmaya baktığımız zaman, “bizi stresli hissettiren en yaygın faktörler ne?” diye sorduğumuzda herkese bir seçim hakkı verdik. Oluşan nedenlere baktığımızda gelecek kaygısı ilk sırada. Yüzde 30’luk bir kesim tarafından dile getirilmiş. Yani Türkiye’de neredeyse her üç kişiden birisi geleceğine dair kaygı taşıyor. Gençlerimiz şu an Türkiye’de okurken düşündükleri şey; “Ben yurt dışına nasıl gidebilirim… Eğitim hayatıma orada nasıl devam edebilirim… Orada nasıl iş bulurum?” Genel trendlere baktığımızda da zaten bunun yaygın bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Beyin göçü hızlanmış bir şekilde devam ediyor. Üniversiteden arkadaşlarıma baktığım zaman sınıfın en az yarısı yurt dışında çalışıyor ve yaşıyor. Çok eleştiremiyorum açıkçası… Çünkü ekonomik olarak çok daha iyi şartlar yakalıyorsunuz, yaşam stili olarak da herkes kendi istediğini daha iyi bulabiliyor. Böyle olunca ister istemez oraya doğru kayma gerçekleşebiliyor. Ama umuyorum ki, bunu tersine döndürebiliriz önümüzdeki senelerde…
Yaprak Özer: Umudunuz var mı?
Nedim Barut: Umudu kesmemek lazım. Çünkü umudumuzu kestiğimiz zaman zaten her şey bitmiş oluyor. Ben her zaman umudumu taze tutmaya çalışıyorum. Bir taraftan Türkiye’deki çalışmalarımızı devam ettirirken bir taraftan da yurt dışına projeler yapmaya çalışıyorum ki, aslında burada bir şeyleri filizlendirip hayata geçirmeye devam edelim.
Yaprak Özer: Araştırmanızda yüzde 30’luk gelecek kaygısını ekonomik kaygı izlemiş değil mi?
Nedim Barut: Doğru… Ekonomik nedenler ikinci sırada yer aldı. Bu da yaklaşık olarak her 5 kişiden 1’inin en önemli nedeni olarak ortaya çıkıyor. Bu çalışmayı yaptığımız tarihten bahsetmek doğru olur; bu sene 8-27 Haziran tarihlerinde yaptık. Çok yeni bir araştırmamız…
Yaprak Özer: Kaç kişi katıldı bu araştırmaya?
Nedim Barut: 15 yaş üzeri, Türkiye genelinde 9851 kişi katıldı. Genelde bu düzeyde bu kadar yüksek katılımcıyla çalışmalar gerçekleştirilmiyor. On bir senelik geçmişimizde ulaştığımız 340 bin üye ile bu rakamları kolaylıkla elde edip bu çalışmaları yapabiliyoruz. Baktığımızda burada yüzde 20’lik bir ekonomik neden olmasını ben şöyle yorumluyorum… Şu an içinde bulunduğumuz salgın dönemi biliyoruz ki, hem Türkiye’yi hem de dünya genelinde herkesi etkilemiş durumda… Türkiye’de salgın vakaları görüldüğünde sokağa çıkma yasakları uygulanmaya başlandı. İlk tepki olarak korku oluştu ve tasarrufa yöneldik, bazı işyerlerinin kapanmasına kadar gitti. Bir kısım, işlerini kaybetti. İster istemez kaygılanmaya yol açıyor. Diğer araştırmamızla bir arada incelemekte fayda olabilir diye düşünüyorum. Koronavirüs çalışmamızda; “…önümüzdeki bir sene içerisinde Türkiye’de işsizlik nasıl değişir ve siz işsiz kalabilir misiniz? Böyle bir risk görüyor musunuz?” diye sorduğumuzda rakamlar şu şekilde çıktı… Türkiye genelinde işsizliğin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 86… Ve kendisi açısından baktığı zaman “işsiz kalma riskimin arttığını düşünüyorum” diyenlerin oranı da yüzde 81…
Çok yüksek bir rakam… Yani çok kabaca bile bir oran verecek olsak 5 kişiden 4’ü işsizlik riskinin arttığını düşünüyor. Böyle bir ortam olduğu zaman zaten bu da otomatik olarak stres araştırmamızdaki sonuçları ortaya çıkarıyor. Her 3 kişiden biri gelecek kaygısı duyuyor. Her 5 kişiden biri de ekonomik nedenlerle ilgili sıkıntı içerisinde hissediyor kendisini…
Üçüncü sebep olarak iş ve okul; yüzde 17. Türkiye’nin genç bir nüfusu olduğunu ve eğitim hayatının da bu salgınla çok ciddi etkilendiğini, insanların okula gidemediğini ve birçok aksamalar olduğunu düşünürsek… İnsanların yüzde 12’si de en çok stresli hissetmesine sebep olarak koronavirüs salgınını gösteriyor. Arkasından da yine yüzde 12 ile ailevi konular geliyor.
Yaprak Özer: Stresle mutsuzluğu birleştirmişsiniz. Mutlu olup olmamayı stres araştırmasının içerisinde bir soru olarak yönlendirmişsiniz enteresan şeyler çıkmış… Paylaşmak ister misiniz?
Nedim Barut: Karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor; “Çok mutluyum” diyenlerin oranı yüzde 6… “Kendimi genel olarak stresli hissetmiyorum” diyenlerin oranı da 10 kişiden 1 kişiydi. Genel olarak mutlu hissettiğini söyleyen yani kendini pozitif hissedenlerin oranı Türkiye’de her 3 kişiden biri olarak karşımıza çıkıyor. Burada aslında en çarpıcı bulduğum nokta da katılımcıların yüzde 45’i “ne mutluyum ne mutsuzum” demiş… Yani her iki kişiden birisi artık bir şey hissetmeden yaşıyor. “Mutlu da değilim, mutsuz da değilim” diyor. Kendini hayatın akışına bırakmış, günlük rutinleri yerine getiriyor, yapması gerekenleri yapıyor. Çok fazla düşünmeden bir şekilde hayat onu nereye sürüklüyorsa o şekilde gidiyor da olabilir şu anki tabloya baktığımız zaman…
Yaprak Özer: Yaşama karşı heyecanını yitirmiş, o yüzde 45’i çok yüksek buldum ve üzüldüm hakikaten çok üzüldüm. Heyecanı yok, merakı yok, telaşı yok… hedefi yok…
Nedim Barut: Haklısınız… Yani dönüp de hani geçmişteki birkaç seneye baktığımız zaman aslında üst üste sürekli bir şeylerle mücadele etmek zorunda kaldığımızı görüyoruz ve bu mücadele etmek zorunda kaldığımız dediğimiz şeyler basit günlük şeyler değil… Hayatın bütün dünyada herkese getirdiği sıradan konular değil… Ekonomik zorluklarla savaşıyoruz. Türkiye’nin büyük bir kesimi rahat ekonomik şartlara sahip değil… Zaten normal durumlarda da sürekli olarak hayatta kalmak için bir savaş vermek durumunda ekonomisini idare ettirebilmek için… Bir de üstüne salgın geliyor. O zaman daha da sıkıntılı bir durum söz konusu oluyor. Her şey o kadar üst üste gelmeye başlıyor ki, bir yerden sonra insanlar herhalde artık bir şekilde o duygulardan koparak yaşamaya başlıyor. Bir nevi hissizleşmeye başlıyor; o mu olmuş, bu mu olmuş… mutlu da mutsuz da hissetmeden tamamen duygulardan kopmuş bir şekilde hayatına yabancılaşmaya başlıyor.
Yaprak Özer: Daha önce böyle olduğu tarih dilimleri yaşamış mıyız? Dünyada bir tek biz mi böyleyiz? Böyle mutsuzluk gitmez… Güvenlik, tehdit unsuru olabilecek sinyal aldığımızı görüyorum.
Nedim Barut: Bizim kurulduğumuz senelerde yine yaptığımız başka bir çalışmamız vardı… O çalışmamızda da yine genel olarak kendimizi ne kadar stresli hissediyoruz, depresyondayız konularına dokunmuştuk.
Bu çalışmamızı Aralık 2010’da Türkiye genelinde 3 bin kişinin katılımıyla “depresyon testi” uygulamıştık. Yani gerçek hayatta da uygulanan depresyon testlerinden birisini aldık ve bunu 3 bin kişilik bir katılımcı grubuna uyguladık. Her 5 katılımcıdan biri yaşama sevincinin ve hayata bağlılığının olmadığı cevabını vermiş… Sonuçlara baktığımız zaman katılımcıların yüzde 28’inin depresyonda olma ihtimali ortaya çıkmış… 10 sene önceye gittiğimizde de tablo parlak görünmüyor. Sonuçta bizim depresyon testi tek başına ele alınıp kesin yargıya varılacak bir şey değil…
Yaprak Özer: Korona sorularınızın yanıtlarına bakalım. Bazı sonuçlar çok eğlenceli… Normalleşme başlayınca ilk koştuğumuz yer kuaför olmuş… İzmirliler kendilerini kuaföre atmış. Adana en hızlı normalleşen. Anadolu işe dönmüş, İstanbul evden çalışmaya devam etmiş. Normalleşmeyi nasıl tariflersiniz?
Nedim Barut: Şimdiye kadar 4 farklı çalışma yaptık korona virüsle ilgili… Türkiye genelinde 81 ilden yine 15 yaş üzeri 2025 kişinin katılımıyla gerçekleşti. Çalışmalarımızı online araştırma platformumuz “benderimki.com” üzerinden gerçekleştiriyoruz…
Son üç çalışmamıza baktığımızda, “Korona virüse yakalanmaktan korkuyor musun?” sorusunun cevabının genel olarak pek değişmediğini görüyorum. Kabaca her 5 kişiden dördü korktuğunu söylüyor. Geri kalanlar da korkmadığından bahsediyor ve bu değişmeyen bir oran olarak karşımıza çıkıyor. Çok ilginç bulduğumuz noktalardan birisi araştırmalarımızda hala yüzde 3’lük bir kesimin koronavirüsle ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığını belirtmesi oldu. Önceki çalışmalarımızda da çıkıyordu bu şekilde de çıkmaya devam ediyor.
Yaprak Özer: Nerede yaşıyor bu insanlar?
Nedim Barut: Belki de hayata tamamen yabancılaşmış olduklarından kaynaklanıyor. Belki artık haberleri takip etmiyorlar. Belki sadece günlük olarak yapması gereken en temel şeyleri yapıp başka hiçbir şeye dokunmadan yabancı bir hayat yaşıyorlar. Yani yer yerinden yıkılsa yine de çok umurlarında olmayacak, sadece kendi hayatlarına bakıp devam edecekler.
Yaprak Özer: Türkiye’de iletişim kanallarıyla ulaşılamayanlsar var mı… en ücra köşede bile internet var. İletişimi kestiler diyorsunuz, böyle bir trendin olup olmadığını sorguladınız mı?
Nedim Barut: Bununla ilgili çalışmalar da yaptık. Koronavirüsün ilk vakasının tespit edildiği gün aslında biz de ilk çalışmamızı başlatmıştık. Gördüğümüz insanların yüzde 63’ü televizyondan bilgi edindiğini belirtmişti. Sosyal medya kanallarından öğrenenler yüzde 60 olarak karşımıza çıkmıştı. Uzman doktor yorumlarını takip edenler yüzde 42, kendi başına araştırma yapanlar yüzde 41… Bir de yine ilginç ve önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum çevresinden bilgi alanların oranı da yüzde 30 olarak karşımıza çıkıyor.
Yaprak Özer: Kulaktan dolma yani değil mi çevreden?
Nedim Barut: Evet ona dikkat çekmek istemiştim özellikle… Birbirimizden fikir alışverişi yapalım ama eğer sadece çevresinden gelen bilgilere dayanıyorsa ve başka kanallardan bu bilgiyi aramıyorsa yanıltıcı noktalara taşıma durumu da söz konusu olabilir.
Yaprak Özer: Ana akım kanallara ve televizyona bir tepki olabilir mi ne diyorsunuz?
Nedim Barut: Yaptığımız araştırmalardan ben şunu biliyorum genç nesil artık televizyon izlemiyor, izlemek istemiyor, sosyal medyada, internette… Bunu yüksek yaştaki kişilerin yaptığı bir aktivite olarak düşünebiliriz. Sonuçlara baktığım zaman şaşırmadım. 15 yaşın üzerindeki kişilerle çalışmayı içlerinde önemli bir kesim gençlerden oluşuyor. Onun da yüzde 60’ı sosyal medyadan takip ediyor. Bununla ilişkilendiriyorum.
Koronavirüsü her 10 kişiden 9’u ülkemiz için bir tehdit olarak görüyor. Her ne kadar 5 kişiden birisi aslında yakalanmaktan korkmuyor olsa da bir şekilde bunun ülke genelinde bir risk oluşturabileceğini görüyorlar. En önemli noktalardan birisi koronavirüsün ne zaman kontrol altına alınabileceğine dair düşüncemiz. Mesela 14 Nisan’da ve 30 Nisan’da yaptığımız çalışmalarda insanlar, “2-3 ay içerisinde bu kontrol altına alınabilir” gibi düşünürken, 2 Temmuz’daki araştırmamızda beklentinin “altı aydan daha fazla” olarak kaydığını görüyoruz. Haziran’da normalleşme süreci ile beraber beklentilerin çok açık bir şekilde değiştiğini görüyoruz. “İkinci dalga bekler misiniz?” diye sorduk; yüzde 89 ikinci dalga beklediklerini söylüyor, kaçınılmaz bir durum gibi bir bakış açısı söz konusu…
Yaprak Özer: Sokağa çıkma yasağını katılımcılar pek desteklemişler… Ama destekleyenleri sahillerde, kırda maskesiz dolaşırken gördüğümü düşünüyorum, eylemleriyle söylemleri birbirini tutmuyor mu?
Nedim Barut: İlk çalışmalarda sokağa çıkma yasağını destekleyenlerin oranı her zaman yüzde 50’den daha fazlaydı. Yasak uygulanırken herkes bunun arkasında gibi görünüyordu. Son yaptığımız araştırmada tablo tersine dönmeye başlamış… Şu an, “Hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygulanmasının kaldırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?” dediğimiz zaman, “Katılıyorum” diyenler yüzde 32 “Katılmıyorum” diyenler yüzde 43. Destek zaten yavaş yavaş azalmış, sokağa çıkma yasağının olmamasını istiyorlar. Çok uzun bir süre çok alışık olmadığımız bir hayat tarzına dönmek zorunda kaldık. Birdenbire kendimizi evde kapalı halde bulduk. Hiç geçirmediğimiz kadar ailedeki herkesle küçük bir ortamda zaman geçirmeye çalıştık. Arkadaşlarımızı, akrabalarımızı görmedik… Kendi içinde kendi problemlerini de oluşturmaya başladı. Son birkaç çalışmamızda “Evde kalmanın size getirdiği artılar neler oldu?” diye sorduk. Eskiden “…Ailemle daha fazla vakit geçirebildim… Aile içi ilişkilerimize daha olumlu olarak yansıdı…” diyordu. Son çalışmamızda bu oranın düştüğünü görüyoruz. Artık eski düzene dönme isteği ortaya çıkmaya başlamış; işime gideyim, akşamları ve hafta sonları bir arada olalım. Onun için sokağa çıkma yasağının arkasındaki desteğin azalmaya başladığını görüyoruz.
Yaprak Özer: Normalleşmenin hızıyla ilgili bir soru sordunuz mu?
“Ülkemizde koronavirüsün yayılmasını engellemek için yeterli önlem alınıyor mu?” diye sorduk… Ve bunu yaptığımız üç araştırmadaki sonuçlarımızla karşılaştırdık. 14 Nisan’da oran yüzde 44’tü… 30 Nisan’da oran yüzde 63’e çıkmıştı. 2 Temmuz’a geldiğimizde yüzde 37’ye düşmüş durumda…
Yaprak Özer: Türk gibi olmakla açıklanabilecek bir durum değil mi? Önce sık sonra da hiç kontrol etme…
Nedim Barut: Yani evet… Ekonomik kaygıların getirdiği nedenlerden bu Haziran’daki normalleşme süreci kaçınılmaz oldu gibi görünüyor.
Yaprak Özer: Stres mutluluk ve korona ekseninde normalleşme sürecinde ekstra veriler var mı paylaşmak istediğiniz?
Nedim Barut: Stresle ilgili; “Gelecekte ne kadar mutlu olursunuz?” diye sorduk. Evet belki şu anda genel olarak mutlu değiliz. Ama buradaki sonuçları da derinlemesine incelemeye değer buluyorum. İnsanların yüzde 61’i gelecekte daha mutlu olacağını düşünüyor. Toplumsal kültürümüzdeki önemli bir noktaya da ışık tutuyor bu sonuç diye düşünüyorum. Çünkü zorluklara göğüs germe potansiyelimiz yüksek… Ve umuyorum ki hep birlikte o el ele vererek daha güzel bir gelecek yaratıyor olacağız.