Ne olacak medyaya? Kalacak mı gazetecilik? Hangi gazete ya da televizyon kimin elinde? Haberlerimizi nereden alıyoruz? Ve daha birçok soru… Hafife alınacak konu değil. Medya, özgür basın, hava, su kadar önemli; unutmuş olsak da anımsayalım, 4’üncü erk.
Pandeminin iyi geleceği nadir alanlardan biri ve yeniden doğma şansı kuvvetle muhtemel.
İlerleyen satırları, çağdaş iletişime giriş dersi notu kıvamında bulabilirsiniz. Bu notu toparlarken görüşlerine başvurduğum kişi Lizbon’da yerleşik Amerikalı duayen gazeteci Dennis Redmont. İlginçtir, Portekiz’in Faşizm’le mücadele ettiği yıllarda bu ülkede gazetecilik yapan Redmont, hayatını pek çok kez riske atarak haberleriyle çok can kurtardı. Uzun yıllar Portekiz’e giremeyen Redmont, yerleşmek üzere bu ülkeyi tercih etti. Döneminin efsane gazetecileri arasında yer alıyor. Yakın geçmişte hayat hikayesi film oldu. Portekiz’in en popüler aktörü Redmont’u canlandırdı. Redmont, profesyonel hayatının neredeyse tamamını Avrupa’da geçirdi. Associated Press’in İtalya Büro şefi olarak uzun yıllar Roma’da yaşadı. Halen Edelman gibi büyük iletişim firmalarının danışmanlığını üstleniyor, üniversitede ders veriyor.
Redmont’la söyleşimizde çıktığımız medya yolculuğunu ana başlıklar halinde özetlemek konuya yabancı olanlara anlaşılır kılmak için mantıklı olacaktır. Medyayı ne kadar çok kişiye doğru anlatabilirsek, haber alma özgürlüğümüze o kadar yaklaşacağımıza inanıyorum. Biz iletişimcilerin halka iletişim hizmeti sunarken, iletişim sektörünün iletişimini ıskaladığımızı düşünüyorum. Aklıma kafanıza takılacak şu soru geliyor; anlattıklarım küresel ve özellikle de Batı eksenli basın üzerine. Her şeyden önce konuğum Batılı. Doğu’da konuşulacak medya görece az. Son olarak Türkiye’de konuşacak bir medya… isterdim ki olsun. Türkiye’de konuşmak istediğim medya küllerinden yeni doğan hem ekonomik hem fikir hem teknoloji olarak filiz verenler. Bir gün onu da bu bağlamda sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyacağım. Bu söyleşiye dönecek olursak, dijital versiyonunu youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.
SAHİPLİK
“Ne oluyor medyaya?” sorusunun temel yanıtı; sahipleri değişiyor. Medya dünyada iki yöne kayıyor. İlki, büyük teknoloji, özellikle de telekom şirketleri medyayı satın alıyor, CNN’in sahibi AT&T olması gibi. Diğeri, medya devlet sahipliğine geçiyor. Buradan hemen aynen bizdeki gibi yandaş sonucuna atlamayalım ki, biz de olduğu gibi başka coğrafyalarda da aynen böyle… Resme genel bakarsak, Kuzey Amerika, Avrupa’da devlet medyasının yaygın olduğunu unutmayın. İşin giderek daha ilginç hale gelmesine neden olan pek çok gelişme var; örneğin özünde dev bir lojistik firması olan Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un, her ne kadar şirket olarak değil kendi adına satın almış olsa da Washington Post’un sahipliğini üstlenmesi, sarsıcı gelişmelerden biri oldu.
Google, Facebook gibi sosyal medya devleri ise bu resimde daha da enteresan bir renkle karşımızda. Sabah gözünüzü açtığında elinizin akıllı telefonunuza gittiğini ve iştahla “Ben uyurken neler oldu?” diye baktığınızı bilmek sürpriz değil. Gözden kaçan ilginç detay burada, bu platform sağlayıcılar içeriği üretenlerden alarak servis ediyorlar. Burada konumuz medya ve gazeteciler olduğu için vatandaşın ürettiklerini bir kenarda tutacağım. Soru ve sorun gazetecilik adına şu ki, bu kategorideki platformlar tüm profesyonel içeriği bedava yayıyorlar. Üreten birinci kişi, yani gazetecinin herhangi bir telif – gelir hakkı yok. Avrupa Birliği bir süredir bu konuda ciddi adım atmak üzere çalışıyor. Birlik, küllerinden yeniden doğarsa, konuyu daha adil bir noktaya getirebilecek.
GELENEKSEL MEDYANIN SONU MU?
Geleneksel medya birer ikişer havlu atıyor. Bir şey olmazmış gibi duran Amerikan gazeteciliği alttan alta yanmakla kalmıyor, adeta bir orman yangını. Bu ülkede yerel gazetecilik örneği neredeyse kalmadı demek mümkün. İflas bayrağını çeken yerel yayıncılık meydanı tamamen bilinen isimlere (Wall Street Journal, New York Times, Washington Post gibi) bırakıyor.
Ayakta kalmayı başaran Atlantic, Vox, Buzzfeed gibi dijitallere gelince, zor geçiyor günleri çünkü problem yumağının önemli bir köşesi reklamlar. Geleneksel medya reklama ulaşmakta çok zorlanıyor. Google gibi devlerin reklam modelini sömürüyor olması geriye ne dağıtacak para ne de iştah bırakıyor…
Ana akıma haber servisi yapan haber ajanslarından kimse son zamanlarda söz etmez oldu. Dünyayı bir zamanlar kasıp kavuran ajanslar da bugün ciddi ekonomik dar boğaz içinde. Geri dönüşleri akıllı manevrayla muhteşem olabilir olmasına da sürpriz olur. Sahada ekip tutmak zorunda olan ajanslar, habere ulaşan ilk halka. Ajansların ekonomik destek almaları kaçınılmaz görünüyor, bu destek ağının sonuçlarını ve etkilerini izleyip göreceğiz.
TÜNELİN UCUNDA IŞIK VAR MI?
Bardağa neresinden bakarsanız, yanıt değişecek olsa da var! Evet var, ama yol gül bahçesi değil. Hızlı olamayacak. “Neden?” diyecek olursanız ince ince işleyerek geliştirdiğimiz güven duygusunu bir kalemde hoyratça harcadığımız için diyebilirim. Çözüm “güven”de ki, bizim topraklarda hafife alıyoruz, zararını gördük, görüyoruz. Okur, teker teker güvenle ilişkilendirdiği kişi ve kurumlara doğru bir yolculuk yapıyor. Okur için de zor, güven sağlayanlar için de… Zaman her şeyin ilacı. Bu arada yeniden kendini bulanlar dikkat çekiyor. İlginç bir örnek; İtalyan devlet televizyonu pandemi sırasında yeniden en çok izlenen medya oldu. Sağlık ve pandemi konusunda doğru haber almak isteyen halk devlet yayınlarına yöneldi. Peki devlet yayıncılığının sakıncası yok mu? En azından her sahiplik gibi devlet de yapacağı yayını ve vereceği haberi belli bir bakış açısından servis etmeyecek mi? Tabii!
GAZETECİLİĞİN GELECEĞİ
Söze pandeminin medya ve gazetecilik açısından umutları yeşerttiğini ifade ederek başlamıştım. Şöyle bakalım, AP pandemi haberciliğinde, New York’ta hastane acil servisinden “haber atlatan” ilk yayıncı oldu. Nesi var bunun, elbet biri haber atlatacaktı. Eylemin içeriğini anlatacağım. Tek bir kişi astronot giysi içinde aynı anda sesli, görüntülü ve text yayıncılık yaparak 360 derecenin önemli bir bölümünü kotarmış oldu. Giderek artan popülaritesiyle podcast’ler, önlenemez yükselişiyle dijital görüntülü yayınlar ve her zaman yerini koruyacak olan text yorumlar işin yalnızca bir bölümü. 360 dereceyi tamamlayan unsur muhabirin aynı zamanda Facebook’a post girmesi, instagramı kullanması, Twitter’ı kullanması gibi sosyal medya platformlarını da kapsıyor. Muhabir değil sirkte jonglör!… Bir de 3-5 yabancı dil zorunluluğu getirdiğinizde insan üstü bir çabadan söz ediyoruz. En önemli şeyi unutmamam gerek, bunlar teknik donanımlardı, muhabirin yaptığı işi, ne yaptığını konusunu iyi bilmesi gerekiyor. “Hiçbir şey kolay değil” dediğiniz duyar gibiyim. Bir de bunu görünmek uğruna TV kanallarını dolaşanlar ile onlara prim verenler anlasa…
OTURMA ODASI YAYINCILIĞI
İnsan üstü durumlardan söz etmeye başlamışken, sözüm kameraya konuşan veya benim sıkça yaptığım gibi bir konuk ağırlayarak yayın yapanlar değil. Bu görece kolay bir iş. Batı’da pek çok televizyon ve medya kuruluşu çalışan binlerce elemanını evlerine yolladı. Çoğu merkezde birkaç yüz kişi ya kaldı ya kalmadı. Anchor dediğimiz ana haber sunucuları da evde. Oturma odasında yayın yapmaya başladılar. Peki nasıl? Haberlerini, ekrandaki alt yazıları kendileri yazarak, aktardıkları haberi destekleyecek infografik ve veya istatistik verilerini gösteren diagramları anında ve yerinde ekrana getirerek, araya video ve fotoğraf destek unsuru aktararak, dünyanın herhangi bir yerinde olabileceği gibi kendisi gibi evinde olan bir muhabire bağlanarak, aynı şekilde ekrana bir politikacıyı çıkartıp söyleşi yaparak… Superman diyebilirim. Bunun gerçek adı “multi-tasking”.
YORUMCULARA KÖTÜ HABER
Televizyonlarımızı işgal eden “bana göre” ya da “ben böyle düşünüyorum” yorumcularına kötü haberim var. Pandemi sizi süpürüyor. Konuyu bilmeden, kanal kanal gezmeye son. Tabii ki reklam gelirleri yüzünden zorda olan medya kuruluşlarının kurtarıcısı oldunuz ya da resmi görüşün kadrolu elemanı… Devam edenlere aldanmayın, bu iş bitti diyebiliriz. Bu arada kötü haberin devamı şu, medya kuruluşlarında popülaritelerini konuşturan Talk Show ünlülerinin pandemi gibi gerçeklerle yüzleştiğimiz günlerde yalnızlaştıklarını görüyoruz anlamı şu ratingleri düşmüş.
YENİ GAZETECİ NASIL OLACAK?
Eskiden gazeteciye uzmanlık sağlamaya çalışırdık… şimdi uzmanlardan (gerçek) gazeteci yapma eğilimi görüyoruz. Bu kişilerin aldıkları teknik ve uzmanlık eğitimlerini gazetecilik için kullanarak, ana işleri haline getirmeleri “bana göre” gazeteciliğinden farklı değerlendirilmeli. Burada dikkat çekilecek nokta, gazeteci ya da profesyonel yorumculuğun evrildiği nokta, izleyene sorunu değil çözümü gösteren olmak. Araştırma gerektiriyor. Uzun lafın kısası, gazetecilik ve gazeteciler zor günlerden geçti geçiyor, bundan sonra meslekten gelenler ya da onların yerini alanlar için formül= yetenekli + yetkin + bilgili + uzman + teknik donanıma + farklı dillere hakim + eğitimli + hızlı + gazeteciliğe aşık+ hukuk-felsefe-tarih bilgisi olan + matematikte yetkin.
Abarttığımı düşünenler için gerekçelendirmek isterim; gazetecilik göz bebeğinize ve kulaklarınıza hakim olmaya çalışan bir meslek, amaç gözbebeğiniz başka yere kaymasın, kulağınız başkası için dikkat kesilmesin. Şu meşhur “ne kaçırıyorum sendromu” var ya… Muhtemeldir ki, sizde de yüksek!… Gün boyu kendinize uzaktan bakın, bu işin ne kadar zor olduğu konusuna hak vereceksiniz.
GÜVEN
Son yıllarımız, neyin doğru neyin yanlış olduğunu tespit ederek heba oldu diyebiliriz. Yanlış haber- yalan haber… Konu yalnız gazetecilik sorunu değil. İletişim devi Edelman’ın son 20 yıldır aralıksız yaptığı ve bu konuda güvenilir kaynak olarak kabul edilen “güven barometresi”, hükümet, sivil toplum, medya ve iş dünyasının yerlerde süründüğünü gösteriyor. “Yok mu buradan ders çıkaracak babayiğit?” diyesim var… pandemi günlerinde sosyal sorumlulukla öne çıkan birkaç CEO ve liderin kıpırdayan güven endeksleri için, bu işi sürdürülebilir yapmadıkları sürece şans verdiğimi söyleyemeyeceğim.
OKUR NEREDE
İkiye ayrılmış diyebiliriz. Bilenler ve bilmeyenler… Bilenler, eğitimli, görece ekonomik olarak iyi durumda, tercih yapabiliyor, teknolojiyi satın alabiliyor, filtreleyebiliyor… diğerleri, nasıl seçeceklerini bilmiyor, dijital oldukları söylenemez, habere ulaşmakta hızlı değiller.
Hangisi daha kıymetli diye bir seçim yapabilir miyiz? Birinde yığınlar var, diğerinde para diye kabaca ayırabilirsiniz… İşte bu iş kabaca yapmaya gelmiyor. Unutmayın dev şirketlerin çoğu sofistike olmayan gruplara hizmet ve ürün satıyor. Gözlerini kapamaları mümkün değil.
Bu duruma çözüm ise 7-24 kurumsal haber merkezi kurmak. Pahalı iş! Propaganda aygıtı olarak yola çıkanlar devam edemiyor, referans noktası olmaya talip olan kurumlar ise gazetecilerin yeni adresi olarak dikkat çekiyor.
PR’a NE OLACAK?
Kabuk değiştiren ve değiştirecek iletişim alanlarının başında geliyor PR. Kolaycı çözümler, popüler kişi ve replikler, tıkandıkları nokta. Yazık ki, çoğu PR firmasının sessiz sedasız kapılarını kapadıklarını gördük, şaşırmadık. Bir sektör olarak devam edebilmek için bugüne kadar doğru yaptıklarını yapmaya devam etmek yetmiyor. Yaratıcılık ajandalarındaki birinci kalem. Bu alanda çok ilginç iş birlikleri göreceğimizden kuşkum yok. Hedef kitle ve mesaj ile alınmak istenen sonuç üzerine geliştirilecek ortak çalışmalar çalışma kültürlerini oluşturacağa benzer. Bundan fayda sağlayacak olan tüketiciler. Pandemide gördüğümüz kültür patlaması beni çok çok umutlandırdı. Şimdi asıl sınav geliyor; nasıl devam edecekler?
PR’ın tribünlere oynayan kısmı hizmet verdikleri kuruma göre değişecek kuşkusuz, bundan sonra oyun alanları kurumların gerçek yumuşak karnı olan çalışanlar. Çalışan, iş yerine güvenmek ve doğru iş yerinde çalışmayı tercihlerinde öne çıkarıyor.
Sizi sıkmadan verebileceğim medya giriş notları şimdilik böyle. Devam edeceğim. Medyaya destek, özgürlüklerimize destek. Yanlış ellere bırakmak hepimize zarar. Sorumlu vatandaşlık iyi gazeteciliği desteklemeli.
Sevgiyle ve sağlıkla kalın.