Büyüdük! Halk da merak ediyordu: “Bizde bir değişiklik var ama ne?…” 2006 yılı büyüme rakamı yüzde altı. 2003-2006 döneminde ortalama büyüme yüzde 7.3. Kişi başına milli gelir 5 bin 477 dolar. Gayrisafi milli hasıla 576 milyar 476 milyon YTL.
Yirmi çeyrektir durup dinlenmeden büyüyormuşuz meğerse. “20 çeyrek”in neye denk geldiğini anlamak ilk anda mümkün değil. Utanmayın parmak hesabı yapın.
Ama… Türkiye 20 çeyrektir istihdam yaratamıyor, işsizlik olduğu yerde duruyor.
Ama… Türkiye, 20 çeyrektir kişi başına düşen milli gelir artışı ile rekabet arasında doğrusal bir ilişki kuramıyor.
Resmi istihdam verilerine göre işsizlik 2006 yılında yüzde 9,9. Gerçek rakamlar işsizliğin neredeyse iki katı olduğunu gösteriyor. İş bulma umudunu yitirenler işgücü envanterlerinden düşüp, “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” misali aramızda dolaştıkça rakamlar gülüyor.
Sürdürülebilir büyüme yaşadığımızı sanıyoruz ama tam olarak doğru değil. Büyümeyi ülkeye giren doğrudan yabancı yatırım miktarı tetikliyor. Satın alma ve ortaklık şeklindeki bu girişler istihdam odaklı değil.
Göğsümüzü gere gere “büyüdük” diyebilmek için sektörel dönüşümle katma değer yaratacak yeni iş alanları açmamız gerekiyor. Halen istihdam yaratabildiğimiz iki sektör var: Hizmet ve inşaat. Sanayi, istihdamsız büyümeyle varolmaya çabalıyor; tarım, niteliksiz işgücü açığı yaratıyor. Geleneksel iş kollarında deniz bitti. Kabul etmemiz gereken gerçek: Düşük vasıflı işgücüne ihtiyaç yok, herkes nitelikli işgücü peşinde. Tarımdan kopup gelen vasıfsız işgücüyle dönüşüm yapamıyoruz. İşsiz kaldığı her gün vasfını yitirenlerle de… Eğitimden çıkan taze gençler bile çare değil, çünkü eğitim sistemimiz iflas etmiş durumda… Hepimize yeni bir ben gerek: Bilgi ekonomisi.
Sektör ve insan dönüşümünü dün yapmamız gerekiyordu. Dün bilgi ekonomisine geçmemiz gerekirdi. Dün, bilginin üretilmesi, bilginin ticareti, bilginin satışından para kazanabilseydik yarın için endişe duymazdık, açıklanan büyüme rakamları da sürdürülebilirliği konusunda güven verebilirdi.
Diğer yandan çok önemli bir detay var ki, atlıyoruz. Milli gelirimiz arttıkça bizi buraya kadar kör topal taşıyan eski sektörlerde rekabet gücümüzü kaybediyoruz. ARGE Danışmanı Ali Akurgal bu konuda çarpıcı örnekler veriyor: kişi başına gelirimiz bin 500 doları yakaladığında bakliyat üretiminde rekabet edemiyoruz; kişi başına gelirimiz 2 bin 200 doları geçtiğinde beyaz eşya üretiminde; 2 bin 800 doları geçtiğinde tüketim elektroniği ürünlerinde rekabet edemez hale geliyoruz. Rakamlar üç-beş oynayabilir, önemli olan büyüdükçe yükselen gelir, buna bağlı yüksek işgücü maliyetimiz yüzünden bu ürünlerin, piyasa değerini aşıyor olması. Öngörüye göre Türkiye 2008 yılında televizyonda, 2016 yılında otomobil üretiminde rekabet üstünlüğünü kaybedecek. Peki Türkiye ne üretecek?… Yanıt veriyorum: katma değer yaratan, maliyeti düşük, karı yüksek ürün ve hizmetler!
Denetim ve Danışmanlık Şirketi Deloitte, 2006 yılının Doğu Avrupa Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde en hızlı büyüyen 500 teknoloji şirketini listeledi. Listenin yüzde 44’ü katma değeri yüksek iş olan yazılım üretiyor. Nüfusuna oranlandığında katma değeri yüksek iş hacmi yaratan ekonomiler Norveç, İsrail ve İrlanda. İşte bu ülkelerde sürdürülebilir büyümeden söz etmek mümkün. Aynı listeye 20 adet Türk şirketi girmiş. Bunlardan 4’ü, ilk yüzde. Adı geçen Türk şirketlerinin önemli bir bölümünü tanımıyorum, hatta ilk kez duyuyorum. Ama bildiğim bir şey var; bu şirketlerin hacimlerini ve sayılarını artırmamız gerek. Bildik ekonomik araçlarla, bildik sektör ve bildik şirketlerle buraya kadar.
20 çeyrek’lik Türkiye’nin vizyonu olmalı. Daha derin, daha etkin ve öngörülü…