Uzun zaman düşündü. Doluya koydu olmadı, boşa koydu olmadı. Gece düşündü, gündüz düşündü… İşi gayet iyiydi. Ama mutlu muydu, mutsuz muydu belli değildi. Hayatında bir şey eksikti, bir şey yanlıştı. Boğulduğunu hissediyordu. Oysa dışarıdan bakıldığında her şey yolundaydı.
Kafasını ve sorumluluklarını toparladığına kanaat getirdiği bir gün, cesaretini toplayıp patrondan randevu istedi. Son söylemesi gerekeni ilk cümle olarak kullandı; “Sabahları gelirken ayaklarım geri geri gidiyor. Bir yanlışlık var. Çözmeye çalışıyorum” dedi ve rahatladı.
Patron şaşırdı, hoşlanmadı, üçüncü saniyede kızdı ve öfkelendi ama belli etmedi. Bu kadarı fazla değil miydi. Ne haddine patrona geri giden ayaklarından söz etmek. Ayakları geri giden kahramanımız, ileriye doğru bir adım atarak, süreci yönetmeyi teklif etti. Hemen ayrılmak istemediğini görevleri zaman içinde devredebileceğini söyledi.
Nereden bilecekti kellesinin birkaç aya kadar uçurulacağını. Patronun intikamı acı olur derler. Bizim buralarda ben adama “kendim bıraktım” dedirtmem, “ben yollarım!” Meğer o şirkette ayakların geri geri gitmesi yasakmış.
Kaçınız Brezilyalı şirket Semco’yu, patronu Ricardo Semler’i duydunuz bilmem. Duymanız gerekir mi onu da bilmiyorum. Prensip olarak bu şirkette çalışan insanların ayakları geri geri gitmiyor.
Semco’nun 3 bin çalışanı var. Son 14 yıl içinde ortalama yüzde 27,5 büyüdüğü belirtiliyor. Şirketin başkanı Semler yönetim çevrelerinde otorite olarak anılıyor. 46 yaşında. Bir yıl önce geçirdiği trafik kazasında ölümden döndü. Boynu kırıldı, yüzü tanınmayacak hale geldi. Bu hafta içinde uydu bağlantısıyla insan kaynakları konferansında konuştuğunda, geçirdiği sayısız operasyon sonucunda hiç de fena gözükmediğine kanaat getirdim. Kendi kendime, “Ben olmadığımda şirket iyi yönetilmeli” diyen bu adam bu işi kasıtlı mı yaptı diye düşündüm.
Yönetime geldiğinde 21 yaşındaydı. Avusturya doğumlu göçmen babasının 50 yıl önce elleriyle kurduğu şirketi devralana kadar serseri hayatı yaşadı. Gece klüplerinde müzik yapıyordu. ‘Oğlumu kaybedeceğime işimi kaybederim’ diyen baba gözünü kırpmadan emekli oldu. Küçük Ricardo 25 yaşında bir fabrika ziyaretinde küt diye bayılana kadar, babasının kurduğu disiplin ve hiyerarşiye dokunmadı. Çalıştı, çalıştı… öyle böyle değil çok çalıştı. Ayakları hiç geri gitmedi. Ama pili çabuk bitti. Doktorlar stres ve aşırı yorgunluktantan vücudunun iflas ettiğini söyledi.
Semler, işe koşarak giden kendi ayaklarının yanında başka ayaklar olmazsa yakında öleceğini anladı. Şirkette ofis düzenini kaldırdı, hiyerarşiyi yasakladı, bu şirkette bir tek özgürlük girebilir diye buyurdu! Asistan, sekreter neslinin kökünü kazıdı. Kahvesini kendi almaya başladı, misafirini kendi karşıladı. Kurum kültürü, organizasyon şeması gibi yazılı kuralları rafa kaldırdı. İnsan kaynakları departmanını yok etti.
Semco’da işten ayrılma oranı yüzde 2, sektör ortalaması yüzde 18. İşe alımlar, tüm şirket çalışanlarına açık yapılıyor. Şirketin bilançoları da, çalışanların aldığı ücret de açık. Toplantılar herkese açık. Semler, şirket hisselerinin çoğunluğunu elinde tuttuğu için son söz onda. Ama veto hakkını bugüne kadar hiç kullanmamış. Olur olmaz veto ettiğinde diğerlerinin karar almayı bırakıp gideceğini biliyor.
Semler’in sıradan bir eğitimi var. İlk yazdığı kitap Maverick, yönetim kitapları listelerini yerinden oynattı. Ders verdiği Harvard ve Sloan School of Management’ın kapısını araladı. Son yazdığı kitabın başlığı “7 day weekend”. Türkçesi “Yedi Gün Haftasonu”. Ayakların geri gitmediği iş yeri olarak da tercüme edilebilir. “Deliye her gün bayram” diyebilirsiniz. Siz bilirsiniz.
Semco’da istediğin zaman emekliliğini parça parça alabilirsin. Örneğin her hafta Çarşamba günleri emekli olabilirsin. Perşembe iş başı! 65 yaşını beklemek zorunda değilsin. Böylece ömür boyu çalışabilirsin. İşini iyi yapıyorsan neden gidesin?..
Biz patron dediğin adamı, trafik memuru gibi oturtuyoruz insanların başına. İşi yoksa onu bunu denetlesin. Zaman ve enerjisini iş yapılıyor mu diye harcasın. Sistemi tersine çevir. İşe kaçta gidip kaçta geldiğin kimin umurunda, rakamlar belli. Üretim yoksa sen de yoksun. Ne güzel, ücretleri patron değil sen belirliyorsun, ama aç gözlülük yapıp şirketi batıracak olursan gideceğin başka bir şirket olmayacak. Bunun adı kağıt üzerinde özgürlük olabilir, şirket yönetiminde “disiplin” gibi geldi bana. Cezası da var ödülü de. Yarattığın kadar varsın. Brezilya sahillerinde çok zaman harcarsan emekliliğinde harcayacak az paran olacağını biliyorsun.
Bizim özgürlükten anladığımız ne yazık ki şekil. Onun için yazının girişindeki “zavallı kahraman” örneğini verdim. O bazı şeyleri dile getirebileceğini sanan sözde özgür bir çalışan. Özgürlüğünü patrona emanet ettiği için üzerinde fazla hakkı yok. Semco’dakilere özgürlükleri zimmetli verilmiş. İyi kullanmazsan alırız denmiş. Özgürlüğü kaptırmanın pahalıya mal olacağını bildikleri için kıymetini bildikleri söylenebilir.
Kimimiz haftanın her günü haftasonu, mantığıyla çalışıyor; kimimiz haftasonunu iple çekip, hafta içi çalışıyor”muş” gibi yapıyoruz. Hangisi doğru?