Geçtiğimiz günlerde bir basın toplantısına katıldım, hayatımın iletişim dersini aldım, çıktım. Ben gazeteciysem, oraya katılanların mesleği neydi bilmiyorum. Ben iletişimciysem bunlar kimdi? İçim acıdı!
Basın toplantısı, bir kurum, kuruluş ya da bireyin, verecek mesajı olduğunda kurgulanan iletişim araçlarından biridir. Mesajın sahibi ayrım gözetmeksizin bir kerede çok sayıda medya temsilcisiyle paylaşmak niyetiyle hareket eder, bir mekan seçer, toplu davet çıkarır.
Basın toplantısına, konunun uzmanı ya da konuyu bilen gazeteceilerin geleceği varsayılır, seçilmiş bir grubun gelmesi arzulanır çünkü bilgisi olan konuyu anlayabilir, yerinde soru sorar.
Soru bir gazetecinin en değerli aracıdır. Merakla başlar, ağızdan soru olarak çıkar. İyi gazeteci sorusundan belli olur. Soru, kamuoyu adına sorulur. Kişisel merak için değil anlayacağınız… Gazetecinin var olma sebebi kamuoyunun bilgilenme ihtiyacını karşılamaktır. Gazeteci ne kadar meraklı olursa okur onun yazdıklarından o kadar keyif alır. Gazeteci konuya ne kadar hakimse o kadar akıcı ve bilgi dolu bir kurgu yaratır.
Size söz etmek istediğim basın toplantısında ilk sözü patron aldı. Heyecanla neler yaptıklarını, niye yaptıklarını ve nasıl başardıklarını anlatmaya başladı. İkinci konuşmayı üst düzey yönetici yaptı. Fiziki bilgi ve rakamsal verilerden oluşan bir konuşma oldu.
Soru sormayan, “geyik muhabbeti” yapan, bilgi alma telaşında olmayan, akıl vermeye gelmiş, tavsiyelerini birbirinin peşi sıra patlatan gazeteciler görünce gerçekten şaşırdım. Not tutana rastlamadım desem inanır mısınız… Beni şaşırtan bir başka nokta ise patron konuşurken kafasını konuşanın sözlerini “onaylamak” üzere aşağı yukarı sallayan gazeteciler görmek oldu. Sayıca kalabalıklardı. Sanırsınız ki bir arkadaş partisindeler.
Patron açıklamalarının bir noktasında üretimden somut rakamlar verdi. Yakın gelecek planlarını ifade etti. Gerçekleşmiş ve gerçekleşecek iddialı rakamlardan söz etti. Etkileyiciydi.
Aman Allahım o da ne…
Önümde oturan genç kadın “maşallah” demez mi? Sesi yeterince yüksek olduğu için hepimiz duyabildik. Patron da… İtiraf edeyim şaşırdı. Konuşmasının geri kalan bölümünde bu hanım kızımıza bakarak konuştu. Eminim bir yandan konuşurken, içinden “Kim, niye burada, neden beni bu kadar onaylıyor? Şaka mı bu?” gibi sorular sormuştur kendine.
Maşallahcının bir gazeteci olabileceğine ihtimal vermedim. Siz olsanız verir misiniz? “Maşallah Allah nazardan saklasın” diyen, kafasını emme basma tulumba gibi sallayıp onaylayan, utanmasa bilgilerin görkemi karşısında el çırpacak biri…
Benim bildiğim ve öğrendiğim gazetecilik taraf olmayan, sorgulayan, didikleyen, dost olmayan gazateciliktir. Gazeteciden dost olmaz. Olmamalı. Sağlıklı düşünemezsiniz, haber kaynağınızı kayırmak gelir içinizden, konulara duygusal yaklaşırsınız… Gazeteci dost olursa tarafsızlığını yitirir. Gazetecinin sorgulaması gerekir. Dost olan kişi sorgulamaz, kabullenir. Dost gazeteci tek taraflı bilgiye kolay ulaşır, çabalamasına gerek kalmaz, kendisini geliştirmez. Söylenene inanır. Elini bir kere verince kolunu kaptırır.
Bu endişelerim nedeniyle gazetecilerin belirli dernek, vakıf, birlik, grupların üyesi olmasına, hatta kendi aralarında kümeleşmelerine ve klikleşmelerine karşı olmuş, uzak durmuşumdur.
Üşenmedim, araştırdım. “Maşallah” diye yerinden hoplayan arkadaşın bir gazeteci olduğunu öğrendim. Hangi yayın organında çalıştığını buldum. Kendisini basın toplantısının sonuna kadar gözlemledim. Soru cevap bitince soluğu patronunu yanında aldı, ona övgüler düzdü, birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi. Ama hiç not tutmadı, haber için kayıt almadı fotoğraf ya da video çekimi yapmadı.
Basın toplantısında önceden kurgulanmış planlanmış olan metinlerin aktarımı bitince sıra soru cevap kısmına gelir.
Soru cevaplarda her zaman olduğu gibi çok az sayıda el kalktı. (Yine iyi diyebilirim, bazen kimsenin soracak bir şeyi olmaz.) Bunlardan ilki, kendisine söz verilince, bir değil üç sorusu olduğunu söyledi. Heyecanlandım. İlk soru soru değil yorumdu, ikincisi bir gözlemdi, üçüncüsü içinde soru kırıntısı bulunan ama içinde kendi cevabı bulunan bir sorumsuydu. Negatif tonda ifade edilen bu üçlüyü duyan öndeki genç kadın, bu kez de hepimizin duyacağı bir şekilde içinden konuştu: “Fesat fesat sorular soruyorlar!”
Ölür müsün öldürür müsün…
Bir başka gazeteci ise soru cümlesine şöyle başladı: “…Duyduğum bir dedikoduya göre…”
Bidiğim bütün kurallara ve öğretiye aykırı. Gazeteci veri yerine duyduğu bir dedikoduya göre hareket ediyor…
Gelen sorulardan diğeri; “Aktarılan kampanya detayları iddialı. Sonuçlarından nasıl emin olabiliyorsunuz?” sorusunun yanıtına “Üç ay sonra bilgileri palaşacağız” yanıtını aldı… Hemen ardından bir başka el kalktı soru sormak üzere: “3 ay sonra göreceğiz sizi…” Soruyu görebilen var mı? Ben göremiyorum!
Basın toplantısı “çok güzel hareketler bunlar” tadında sonlandı.
Uzun zamandır medya ilişkileri eğitimi veriyorum. Aslında özü iletişim stratejileri ve içerik danışmanlığı. Yerli yabancı şirketler, çok uluslu, kobi, devlet kurumlarından gelen yöneticiler… O gün karar verdim. Artık eğitimin basın toplantısı simülasyonlarında “zırva sorularla baş etme sanatı” başlığında yeni bir bölümü var. Gazetecinin böylesine de hazırlıklı olmak gerek.
Aptal dostum olacağına akıllı düşmanım olsun demişler. Akıllı insanın ne yapacağını tahmin edebilme şansınız var. Zararlı da olsa, zararı hesaplarsınız. Aptal dost için, iyi niyetli olsa da verebileceği zararı ölçmeye korkarım.
Nerede yetişiyor bu gazeteciler?